Türk Ceza Kanunun 31. maddesi "Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. " gereğince cezai ehliyetin kazanıldığı ana ilişkin düzenleme yapmıştır. İlgili düzenleme dikkate alındığında, kişinin oniki yaşının doldurulmasıyla ceza sorumluluğunun doğacağı anlaşılmaktadır. Her ne kadar Türk Ceza Hukukuna göre 12-15 ve 15-18 yaş arası cezai ehliyete ilişkin sorumluluk halleri farklılık arz etse de yazımız kapsamında ,18 yaşını doldurmuş ve psikiyatrik rahatsızlıklardan muzdarip bir kimsenin cezai sorumluluğunu incelemeye alacağız.
Türk Ceza Kanunun akıl hastalığını düzenleyen 32. Maddesi "Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur. (2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir." hükmü bizlere yol göstericidir. Yasa koyucunun ilgili düzenlemedeki saiki ,işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak düzeyde olan veyahut suça konu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli ölçüde azalmış kimselerin cezalandırılmaması gerektiğidir. TCK'nın 32. Maddesi düzenlenirken akıl hastalığına giren haller tahdidi olarak sayılmamıştır. Yargılama sürecinde, akıl hastalığına giren hallerin cezai sorumluluğa etkileri değerlendirirken; muhakkak bilirkişi raporları dosya kapsamına alınmaktadır. Psikiyatri alanında uzman bilirkişiler ilgili konuyu değerlendirirken farklı yönde kanaate sahip olabilmektedir. Kanaat farklılıkları ise doğrudan kişinin ceza alması noktasında sonuca tesir etmektedir.
Önemle belirtmekte gerek görmekteyiz ki , adli psikiyatrik değerlendirme suçun işlendiği ana ilişkin yapılmaktadır. Suçun işlendiği tarihten önceye ilişkin olarak kişinin sahip olduğu psikiyatrik rahatsızlıklar cezai ehliyeti etkilememektedir. Psikiyatri alanında uzman kişilerce kabul görmüş cezai ehliyeti kaldıran haller kapsamında değerlendirilen hastalıkların başlıcaları ; Psikotik bozukluklar, şizofreni, paranoid bozukluklar, affektif bozukluklar, organik beyin sendromu, demans, ileri derecede zeka gerilikleri (idiosi, embesilite)'dir. Nitekim hastalıkların seyir şiddeti kişiden kişiye değişiklik arz edebileceğinden psikozların daha hafif dereceleri zaman zaman cezai ehliyeti ortadan kaldırmayacak mahiyette kabul edilebilmektedir. Kişilik bozukluklarının ise doğrudan cezai ehliyeti kaldırdığı uygulamada kabul edilmemekle birlikte hastanın ağır kişilik bozukluklarını sergilediği kimi tablolarda cezai ehliyetin tam olmadığı , yetersiz olduğu kabul edilmektedir. İleri derecede ağır fobileri bulunan bir kimsenin işlemiş olduğu suç, fobilerine ilişkinse yine ceza sorumluluklarının azaldığı ve hatta ortadan kalkabileceği adli psikiyatri uzmanları tarafından belirlenebilecektir.
Yargılama süreçlerinde, şüpheliler ve sanıklar çeşitli nedenler ve muayenelerin yapılması amacıyla hekimlere götürülmektedir. Örneğin bu durumların başlıcaları tutuklu kişinin cezaevine sevki sırasında hekimlerce fiziki muayenesinin yapılması noktasındadır. Kanaatimizce tutuklunun cezaevine sevki esnasında yapılan muayenesi salt fiziki sağlık durumunun kontrolü amacıyla yapılmamalıdır. Hekimin, gözlemlediği psikiyatrik bulguları da incelemesi ve yapacağı muayenenin içeriğine dahil etmesi gerekmektedir. Zira tutuklunun hakkında yargılama sürecinde yapılan inceleme ve değerlendirmeler için hekimin önceki muayenelerde saptamış olduğu psikiyatrik bulgular, büyük ölçüde yol gösterici olacaktır. Ancak uygulamada genellikle cezai ehliyeti kaldıran veya azaltan hallere ilişkin olarak yapılan incelemeler hariç olmak üzere tutuklu veya sanık hakkında yapılan muayeneler ,salt fiziki sağlık durumları hakkında yapılmaktadır. Bu noktada adaletin gecikmemesi adına yargının ve hekimlerin işbirliği içerisinde olması büyük önem arz etmektedir. Hekimlerin, tutuklu ve hükümlülere yönelik yapmış oldukları muayeneler esnasında tespit ettikleri bulguları raporlarına kaydetmeleri gerekmektedir. Zira yargılama sürecinde sanığın akıl sağlığına ilişkin bir şüphe doğmuşsa alınacak bilirkişi raporunun kapsamına hekimin tespit etmiş olduğu önceki psikiyatrik bulgularında dahil edilmesi gerekmektedir.
Yargılama süreçlerine konu olmuş suçların önemli bir kısmı uyuşturucu ve uyarıcı madde etkisinde işlenen suçlardır. İlgili konuda doktrin görüşleri ve uygulamada görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Türk Ceza Kanunun "Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma" halini düzenleyen 34. maddesi "(1) Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.(2) İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz." düzenleme altına alınmıştır. İlgili konuyu incelerken alkol veya uyuşturucu maddenin iradi olarak alınıp alınmadığının tespit edilmesi gerekmektedir. Şüpheli veya sanık tarafından iradi olarak alınmış olunan alkol veya uyuşturucu maddenin etkisiyle suça konu eylem gerçekleştirilmişse TCK madde 34 hükmü gereğince kişi ceza alacaktır. Ancak somut olay bağlamında kişinin irade dışı olarak alkol veya uyuşturucu maddeye maruz kalması söz konusu olabilir. Örneğin; gizlice birinin kahvesine ilaç atılması , etil alkol firmasında çalışmaya başlayan bir kişinin soluduğu hava nedeniyle irade dışı alkol veya uçucu maddeye maruz kalması sonucunda suç işlemesi hali. Bu tip durumlarda kişiye ceza verilmeyecektir. Kişinin alkol veya uyuşturucu madde iptilası olduğu durumlar söz konusu olabilir. Bu hallerin madde bağımlılığı düzeyine ulaşıp ulaşmadığı da hekimlerce incelenmelidir. Madde bağımlılığının , akıl hastalığı kapsamında sayılıp sayılmayacağı hususu son dönemlerde giderek artan tartışma konusu haline gelmiştir. Bu konu, bir başka yazımızda detaylarıyla incelenecek olup somut olay bağlamında değerlendirilmesi gereken ancak dolaylı olarak akıl hastalığı kategorisinde kabul edilebilecek bir durumdur.
Sonuç olarak psikiyatrik hastalıkların cezai sorumluluğu kaldıran bir neden olduğunu ancak hangi psikiyatrik hastalıkların kişinin cezasızlığına sebep olacağı hususlarının Türk Ceza Kanunda sınırlı sayım ilkesiyle belirlenmediğini söylemek isteriz. Yargılama süreçlerinde , psikiyatrik hastalıkların ceza sorumluluğuna etkilerinin belirlenmesinde noktasında hekimlerden rapor alındığını ancak bu konuda ortak bir kanaatin oluşmadığını tekrar etmek isteriz. Konunun hassasiyetinin gereği gibi ele alınabilmesi adına hekimlerin ve yargının birlikte çalışmasının önemini yinelemek isteriz. Adaletin yanlış tecelli ettiği durumların yaşanmasına mahal vermemek adına bu tip sınıflandırılmaların Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan hekimlerin ve hukukçuların el birliği ile çalışacağı bir komisyon ile belirlenmesinin gerektiğini bir çözüm önerisi olarak belirtmek isteriz. Sözlerimizi noktalarken , adaletin herkes için olduğunu hatırlatmak isteriz.
Av. Gülfem Gökçe KALAYCIOĞLU