Psikoloji
Genler Bir Kişiyi Katil Yapabilir mi?
Ayrı yaşadığı karısı ve karısının arkadaşı Leslie Bradshaw biraz önce gelmiş, çiftin dört adet çocuğunu Waldroup’a bırakmışlardı.
Waldroup karısıyla ve arabadan eşya indirmekte olan Bradshaw’la tartışmaya başladı. Sonra silahını çekip Bradshaw’a sekiz kez ateş etti ve öldürdü. Sonra bir bıçakla kadının kafasının içini açtı. Ardından bir bıçak ve maçeteyle karısını kovaladı, onun elinin küçük parmağını koparttı ve sürükleyerek karavanın içine çekti. Korku içindeki çocuklarını çağırıp, “Annenize veda edin,” dedi; çünkü çocukların annelerini son görüşü olacaktı. Mucize eseri kadın, Bradley’nin elinden kaçıp canını kurtarabildi.
Üç yıl sonra mahkemede Waldroup tüm bunları kabullendi. “Cinnet getirdiğini,” ve “Bunların hiçbiriyle gurur duymadığını,” söyledi yargıca. Cinayetten suçlu bulundu ve idam cezasına çarptırıldı.
Waldroup’un hayatını kurtarmak isteyen hukuk ekibi alışılmadık bir yol izleyerek, daha önce hiçbir cinayet vakasında kabul edilmemiş bir şeyi denedi. Waldroup’un kanından numune aldırıp bunu Nashville’deki Vanderbilt Üniversitesi’nin genetik laboratuvarına yolladılar. Laboratuvar teknisyenlerinden belli bir geni araştırmaları istendi. Teknisyenler Waldroup’un X kromozomunda, monoamin oksidaz-A (MAOA) enzimini kodlayan kromozomda genetik bir değişke (yani varyant) saptadılar.
MAOA’nın görevi dopamin ya da serotonin gibi önemli nörotransmiterleri yıkmak. Bu güçlü kimya-sal maddelerin beyinde kontrolsüz birikmesi dürtü denetiminin kaybolmasına, öfke ve şiddetin artmasına yol açabiliyor. Waldroup’un avukatları, onun genleri yüzünden cinayet işlediğini söylüyordu.
Genetikçilerin MAOA eksikliğiyle şiddetli davranışı ilişkilendirmesinin üstünden yirmi yılı aşkın zaman geçti. Medyanın bu eksikliğe yol açan genlere “savaşçı geni” adını takmasının üstünden ise on yıl. Bu, şiddetle ve psikopat davranışlarla ilişkilendirilmiş genlerin içinde en tartışmalı olanı.
Zihinsel rahatsızlıklar da genetik nedenlere bağlanıyor. Ocak ayında Harvardlı bilim insanları şizofreninin nedeni olabilecek bir gen saptayarak akıl sağlığı alanında büyük yankı uyandırdılar. Ergenlik ve genç yetişkinlik çağında genin bir değişkesi, beynin karar veren frontal lobundaki sinapsların aşırı kısa kalmasına, böylece dikkat ve dürtü denetimi gibi şeylerin zarar görmesine yol açıyor. Amerika’da şizofreni hastası olan 2,2 milyon kişinin sadece küçük bir yüzdesi şiddetli davranışlarda bulunuyor (akıl sağlığı alanında çalışanlar buna hemen dikkat çekiyor). Ciddi zihinsel rahatsızlıkları olanların şiddete başvurma olasılığı, normal insanlarınkinden iki ya da üç kat yüksek.
Gazeteler ve dergiler kitlesel katliamlarla, trafik anlaşmazlıkları yüzünden işlenen cinayetlerle dolup taştıkça; bilim insanları, kolluk kuvvetleri yetkilileri, politikacılar, akıl sağlığı uzmanları ve kamuoyu, bir sonraki katliamı nasıl durdurabiliriz diye soruyor. Acaba Ted Bundy gibi seri katillerle Adam Lanza gibi kitlesel katliamcıların, geçtiğimiz Ocak ayında Michigan’da cinnet getirip gelişigüzel altı kişiyi öldüren Uber şoförü Jason Dalton gibilerin arasına genetik bir bağlantı var mı?
Akla Nazilerin öjenik ve frenoloji uygulamalarını getiren, rahatsızlık verici sorular bunlar. Ancak genetikçiler kişilik özelliklerinin ve patolojilerin kapısını aralamaya yaklaştıkça davranışçılığın ötesine geçiyor, genetik gerekirciliği (yani determinizmi) benimsiyoruz. Bilimin, bir zamanlar karakter zayıflığıyla ilgili olduğu düşünülen alkolizm riskini artıran bir gen bulduğunu kabul ediyoruz. Beyin işlevlerini etkileyen ve anksiyete davranışlarını tetikleyebilen genler olduğunu da kabulleniyoruz. Aynı kanıtlar şiddet için de geçerli olmalı.
Kiehl’ın, araştırdığı konuyla ilgili benzersiz bir kişisel deneyimi de var. Ailesi Tacoma’nın sessiz bir mahallesinde, Ted Bundy ile aynı sokakta oturuyormuş Bundy 1975’te tutuklandığında ve yirmi yıldan uzun bir sürede 36’dan fazla kadını öldürdüğünü itiraf ettiğinde, tüm mahalleli korkuya kapılmış. Kiehl, “Bu sessiz, sakin mahallede böyle biri nasıl yetişebilir?” diye merak etmiş ve New Mexico Üniversitesi’nde sinirbilimci olduktan sonra 25 yılını bu soruya yanıt bulmak için harcamış.
Psikopatlar çok ciddi bir duygusal kopuş yaşıyorlar. Empati ve acıma duyguları yok. Kiehl, ABD’deki mahkûmların yaklaşık %16’sının psikopat olduğunu ortaya çıkarmış. Bu insanlar toplam nüfusun da %1’ine denk geliyor. Bir örnek gerekirse, bulimiya hastalığı kadar yaygın ama saptaması çok daha zor. Bu da büyük bir sorun demek zira psikopatlarda şiddet eğilimi var. İstatistikler gösteriyor ki suç işleyen bir psikopatın 40 yaşından önce ortalama dört şiddet suçundan sabıkası oluyor. İki araştırma psikopatlık özelliklerinin genetik bir bileşeni olduğunu gösteriyor fakat bu bozukluğun tam sebebi konusunda hemfikir olan çok az uzman var. Kiehl, bunun normalde duyguları yaratmak, dürtüleri denetlemek ve dikkat toplamaktan sorumlu limbik ve paralimbik korteksteki kusurlara bağlı olduğu görüşünde.
Muayene sırasında bir hükümlü başını, manyetik sinyal alıp gönderen bir bobinin altına sokuyor. Kiehl, “işyerinden hırsızlık yapmak,” gibi cümleleri ya da araba kazası görüntülerini ekranda gösteriyor ve hükümlünün her birinin ahlaki bakımdan ne kadar rahatsız edici olduğunu puanlamasını istiyor.
Mahkûmlar karar verirken nöronları etkinleşiyor ve bilgisayar, beynin ne kadar sürede tepki verdiğini ve hangi bölgesinin etkinleştiğini kaydediyor. Psikopat olmayan birinin empati ve duyguyla ilgili kısımlarında, örneğin badem biçimli amigdalasında etkinlik gerçekleşiyor. Psikopatlarda ise bu olmuyor. Beynin hangi kısmının etkinleştiğine bakarak Kiehl hükümlünün bu materyali nasıl işlediğine karar verebiliyor. Psikopatların amigdalasında az etkinlik gerçekleşirken, materyal zihnin mantıktan sorumlu kısmında işlenebiliyor. Bazı durumlarda mahkûmlar Kiehl’i kandırmaya ya da onun duymak istediğini düşündükleri yanıtlar vermeye çalışıyorlar. Kiehl toplamda iki eyaletteki sekiz hapishanede 4.000’den fazla suçlunun beyin görüntüleme verilerini bir araya getirmiş. Bu, dünyadaki en büyük adli tıp sinirbilim kütüphanesi demek. Özel olarak hedeflediği beyin bölgesinde, psikopatların daha az gri maddeye sahip olduğunu ve amigdalalarının daha küçük olduğunu ortaya çıkarmış. Kısacası, “Psikopatların beyinleri farklı,” diyor. Değişikliklerin, “en az %50’si genetik kaynaklı,” diye de ekliyor. “Bu, sinirbilim bilgisi olanları şaşırtmamalı.”
Kiehl’in çalışmaları o kadar duyulmuş ki, çocuğu sorunlu olan birçok ebeveyn ondan medet umuyor. Bu onun için çok üzücü bir durum çünkü ebeveynlere verecek bir yanıtı henüz yok. “En azından haftada bir, çocuğuyla güçlük yaşayan bir anne babadan e-posta alıyorum. Çok üzücü,” diyor Kiehl. “’Çocuğum psikopat mı?’ diye soruyorlar. Aramak isteyecekleri son kişi benim.”
Şiddetin genetik kökenini araştırmaya yönelik ilk modern çalışmalar 1978’de, Hollanda Nijmegen’deki bir üniversite hastanesinde başladı. Bir kadın, aynı zihinsel hastalıktan yakındığını düşündüğü ailesindeki erkekler (erkek kardeşleri ve kendi oğlu) adına kaygılanıyordu. İçlerinden ikisi yangın çıkarmıştı. Biri, kız kardeşine tecavüze kalkışmıştı. Diğeri, patronunu arabayla ezerek öldürmeye çalışmıştı. Bir diğeriyse bıçak zoruyla kız kardeşlerini soyunmaya zorluyordu. Hatta ailedeki şiddet, bundan şüphelenen bir amcanın 1962’de çizdiği detaylı soyağacına bakılacak olursa, ta 1870’lere kadar uzanıyordu. Kadının Nijmegen hastanesine gelmesinden on yıl kadar sonra araştırmacılar nihayet sorunun kaynağını buldu. Şiddet eğilimli insanların X kromozomunda bir mutasyon vardı. Bu kusur, MAOA geninden kaynaklanıyordu. Bu gen sadece X kromozomunda olduğundan, kadınların aksine sadece bir kromozoma sahip olan erkeklerde etkileri daha belirgin oluyor. Kadınlardaki ikinci X kromozomu sağlıklıysa, kusurlu olan kromozomun etkilerini telafi edebiliyor. Bununla birlikte, kadınlar da bu kusuru oğullarına aktarabiliyor. Bunun üzerine, ailedeki kadınlar, taşıyıcı olup olmadıklarını belirlemek üzere hastaneye çağrıldı.
O günden bu yana şiddetli davranış için başka genetik risk faktörleri de bulundu. 2011’de alanı araştıran bir Alman bilim insanı, öldürme davranışı ile COMT (Catechol-O-metiltransferaz) proteini kodlayan bir gendeki değişke arasında ilişki saptadı. Tıpkı MAOA gibi COMT da dopamini düzenliyor. Dört yıl sonra hapishanedeki hükümlüleri inceleyen Finli araştırmacılar, şiddet suçu işleyenlerde genelde MAOA değişkelerinin ya da CDH13 kodlayan gen değişkelerinin bulunduğunu ortaya çıkardı. CDH13, beyin hücreleri arasında sinyalleşmeye yardımcı olan bir protein. Daha önceki çalışmalar bu değişkelerin otizm, şizofreni ve dikkat eksikliği / hiperaktivite bozukluğu (ADHD) ile de ilişkili olduğunu gösteriyor.
Molecular Psychiatry dergisinde yayımlanan, hükümlülerle ilgili makale CDH13 değişkesinin ve beraberinde gelen hücresel bozukluğun şiddetli suç davranışları için “makul bir etmen” olduğu sonucuna varıyor.
Saldırganlığın biyolojik temelleri olabileceği fikri birçok bilim insanını ve etikçiyi rahatsız ediyor. Hemen gen ifadesinde çevresel faktörlerin ne kadar rol oynadığını dile getiriyorlar. Meme kanseri riskini artıran bir gen taşımak, o kadının meme kanserine yakalanacağı anlamına gelmiyor. Aynı şekilde, şizofreniyle ilişkili bir gen de şizofren olacağınız anlamına gelmiyor. “Genler hayatta olduğunuz her saniye, vücudunuzdaki her bir hücrenin her etkinliğini düzenleyen programlardır,” diyor Johns Hopkins Üniversitesi’nde Lieber Beyin Gelişimi Enstitüsü’nün müdürü olan Daniel Weinberger. “Eğer küçük kusurlar, küçük parazitler miras aldıysanız bunlar sizi o yola sokabilir ama zihinsel bir hastalığa yakalanacağınız anlamına gelmez. Kusurlar kaderiniz değildir. Sadece riski etkilerler. Çevresel faktörler de etkilidir.”
Sonuçta karısının arkadaşını öldüren adamla, yani Bradley Waldroup’la aynı gen değişkesini taşıyan nice insan var ve kimseyi öldürmüyorlar. Fakat mahkemeler “genlerim yüzümden yaptım” konusundaki etik ve bilimsel tartışmalar için zemin hazırlıyor. 1994 ile 2011 arasında ABD’de kriminal savunma davalarında genetik sorusu neredeyse 80 kez sorulmuş. “Avukatlar davranışların nedenini açıklama konusunda giderek sofistike çözümler buluyor,” diyor Fordham Üniversitesi Sinirbilim ve Hukuk Merkezi yöneticisi Deborah Denno.
Waldroup vakasına gelince; jüri ona ölüm cezası vermedi ve müebbet hapis cezasına çarptırdı. Katil genler savunması işe yaradı. Daha sonraları, Waldroup’un genetik yapısının kararda etkili olup olmadığı bir jüri üyesine sorulunca verdiği yanıt, “Tabii ki” oldu.
Fakat Denno, gen değişkelerinin rolünün ve artmış şiddet riski bağlantısının gerek mahkemeler gerekse de medya tarafından yanlış anlaşıldığını savunuyor. Davranışsal genetik, genetiğin yanı sıra çevresel kaynakları da davranışların belirtisi olarak ele alıyor. İçine psikolojiyi, sosyolojiyi, istatistiği ve diğer alanları da alan disiplinlerarası bir çalışma bu. “Genler davranışları etkiliyor,” diyor Denno, “ama belirlemiyor ya da yönetmiyor.” İşin doğrusu, çevresel faktörler (ki bunlar yetersiz beslenmeden sosyal ve ekonomik zorluklara, eğitimsizliğe kadar uzanıyor) yetişkinlikteki davranışsal patolojilerin en güçlü belirleyicilerinden biri olmayı sürdürüyor. Psikologlar, çocukluktaki istismarın tek başına bir şiddet faktörü olabildiğini uzun zamandır biliyor. Dengesiz, zorlayıcı ve cezalandırıcı ebeveynliğe maruz kalan erkek çocuklarının antisosyal kişilik geliştirme ve şiddet suçlusu olma riski olduğu Science’ta 2002’de yayımlanan bir araştırmada belirtiliyor. Elbette istismar edilen tüm erkek çocukları şiddet yanlısı olmuyor. Gen değişkelerinin, örneğin beyinde hiperaktiviteye ya da nöral kesintiye yol açanların şiddet riskini de artırabildiği düşüncesi gerçekten ilginç. Fakat bu durumun ana sebebi olmadığı gibi, tek sebebi de değil.
2016’nın güz aylarında Farmington’daki Connecticut Üniversitesi Sağlık Merkezi kampüsü öğleden sonra başlayan bir yağmur yüzünden az daha sel altında kalıyordu. Travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) görülen çocuk ve ergenler konusunda uzmanlaşmış bir klinik psikolog olan Julian Ford, dördüncü kattaki kitaplarla dolu ofisinde oturuyordu. Ford, Adam Lanza ve 2012’de gerçekleşen Sandy Hook İlköğretim Okulu saldırısıyla ilgili 114 sayfalık resmi soruşturma raporunun yazılmasına katkıda bulundu.
Lanza, 20 çocuğu, okul personelinden altı kişiyi ve kendi annesini öldürüp intihar ettikten sonra, eyalet adli tabibi onun beyninden bir parçayı UConn genetikçilerine yollayıp DNA’sının analizini istedi. Bu, katliam yapan birinin genomunun ilk incelenişiydi. Popular Science’ın resmi başvurularına rağmen ne adli tıp makamları ne üniversite ne de genetikçiler raporun bulgularını açıkladılar. Hatta ne aradıklarını bile paylaşmadılar. Fakat büyük olasılıkla, zihinsel hastalıklarla ilgili gen değişkelerini arıyorlardı.
Lanza yaşamının ilk yıllarından beri uykusuzluk ve konuşma güçlüğü çekiyordu. Utangaç, sessiz ve sosyal bakımdan hep yabancı olan Lanza, “Büyükannenin Büyük Kitabı” adlı bir beşinci sınıf projesi için bir öykü yazmıştı. Bu öyküde yaşlı bir kadın çocukları vurup öldürüyor, sonra bir tanesini doldurup şöminenin üstünde sergilemekten söz ediyordu. Lanza’ya daha sonra Asperger sendromu, anksiyete ve obsesif kompulsif bozukluk teşhisleri kondu. Asperger sendromunun şiddetle bir ilişkisi olmasa da, bu durum onun şiddetli düşüncelerini ve davranışlarını gizlemiş olabilir. Psikiyatrist tavsiyesi üzerine annesi onu okuldan alıp evde eğitmeye başladı. Lanza’nın çektiği güçlükleri fark edenler olduysa da, Ford, onun “duygusal buhranının bariz şekilde gözden kaçtığı,” görüşünde. Ergenlik hassas bir dönem ve bunun tek nedeni artan hormonların yol açtığı duygudurum değişiklikleri değil. Zihinsel rahatsızlıkların kendini göstermesinin en olası olduğu dönem de ergenlik. Söz gelimi şizofreni semptomları genelde bu dönemde ve genç yetişkinlikte ortaya çıkıyor. Bilim insanları Harvard’da geçen Ocak ayında yaptıkları araştırmada bu zamanlamadan sorumlu olabilecek bir geni tespit ettiler. Beyin normalde olgunlaştıkça nöronlar arasındaki gereksiz bağlantıları siliyor ve bu doğal sürece sinaptik budama adı veriliyor. Bu işlem düşünce ve planlamadan sorumlu prefrontal kortekste gerçekleşiyor. Budama işlemini hızlandıran bir gen değişkesini taşıyan insanların şizofreniye yakalanma olasılığı daha fazla.
İşte, araştırmanın baş yazarı ve Harvard Üniversitesi’nde genetikçi olan Steven McCarroll o yüzden ergenlere yardım edilmesi gerektiğini söylüyor. “Çoğu zaman, gençler bu semptomları sergilediklerinde psikiyatrik uzmanlığı olmayan pediatrlar tarafından muayene ediliyor,” diyor. Sözünü ettiği bir başarı öyküsü, 2006’da Avustralya’da başlatılan ve deva etmekte olan, ergenlere yönelik bir zihinsel sağlık programı. Program “Headspace” adını taşıyor ve bir kısmı umulmadık yerlerde bulunan 80’den fazla klinikte sürdürülüyor. “Bazıları alışveriş merkezlerinde,” diyor McCarroll. “Bu yerler sıcak renklere, hoş mobilyalara sahip ve klinik hissi uyandırmıyor. Amerika’da da böyle bir şey yapabilsek harika olurdu.”
Peki ya sağlık sisteminin boşluklarından sızan Adam Lanza gibi çocuklara ne olacak? Acaba genetik testlerin faydası olur mu? Şu an için hayır. Araştırmacılar bu testlerin gelecekte de işe yarayıp yaramayacağını bilmiyor. “Genetiği teşhisin bir parçası olarak kullanacak kadar iyi bilmiyoruz,” diyor McCarroll.
Ne arayacağımız, ne bulacağımız konusunda bir sürü çekince var. Mahremiyet ve damgalanma endişeleri, genetik olarak şiddet eğilimi bulunan birine ne yapılacağı sorusu da yanıt bekliyor. Fakat genetik işaretçiler hakkında bilgi edinmek, suçluları saptamak için testleri beraberinde getirmese bile şiddeti ve kaynaklarını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Ne kadar çok anlarsak, önlemek için o kadar şey yapabiliriz.
O yüzden genetik ipuçları aramayı bırakmak da zor. Johns Hopkins’te sinirbilimci olan Daniel Weinberger, yaşamını yitirmiş PTSD hastalarının beyinlerinden oluşan, dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip. Bu beyinlerde zihinsel hastalıkların moleküler ipuçlarını arıyor. “Bir yüzyıldır zihinsel hastalıkların nasıl göründüğünü, kulağa nasıl geldiğini, neler hissettirdiğini biliyoruz,” diyor. “Ama bilmediğimiz şey, bunun altında yatan sebep. Günümüzde, genetik sayesinde, bundan 10 yıl önce bilimkurgu sayılan şeyleri keşfedebiliyoruz.”
Ancak o bile bilimin neler bulacağı ve toplumun buna ne tepki vereceği konusunda kararsız. Sonuçta, “herkesin genomunun farklı hastalıklar için farklı bir risk düzeyi vardır. Kişiden kişiye değişir,” diyor.
Makale: popsci.com