Çevre - Doğa
ISINAN DÜNYA’DA YAŞAMAK
Döngü hayatın gerçeği, dünyanın dönüsü gerçek, her şey devinim halinde en küçük parçadan en büyük parçaya kadar. Döngüde olmak hayatın parçası, çift sarmal DNA ve bir hücre ile başlayıp en küçük amino asitlere kadar tekrar bölünmek, yine yeniden karbon döngüsüne, azot döngüsüne katılmak yaşamın kendisi.
Bu döngülerden birini daha tamamladık, kendi belirlediğimiz hedeflere ulaştık ya da ulaşamadık ama yeni yıl için yenilerini yaptık. 2020 Dünya’nın geleceği açısından önemli bir 10 yılın başlangıcına (hatta daha da ilerisine) işaret ediyor; iklim değişikliği ya da hepimize daha tanıdık gelen ifadeyle “küresel ısınma” konusundaki yükümlülükler için hedefler çoktan belirlendi.
Süreç, Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1990’da iklim değişikliği ile ilgili bilimsel çalışmaları derleyerek, haritalandırması ve potansiyel sonuçları açıklaması ile başladı. İlerleyen yıllarda belirli aralıklarla yapılan toplantılar ve sonucundaki raporlar şunu gösteriyor; çok açıktır ki, yeryüzü ısınmaktadır ve bu insan faaliyetine bağlı sera gazlarının atmosfere salınmasından kaynaklanmaktadır. Kabullenmesi zor mu? Hayır, çünkü bu konuda çalışan bilim insanlarının verileri endişe vericidir.
Elbette bununla beraber karşı çıkan ve hatta şüpheci yaklaşan bir topluluk da vardır. Ancak, çağımızda bilime olan inancımız ve gözle görülür. Hayatımızın içinde hissetmeye başladığımız etkileri sürecin çoktan başladığını, önlemler alınması ve uygulanması durumunda belirli limitin altında tutmayı (2 C’nin altında) başarmak geleceğimizin teminatı olacaktır. Bireysel olarak düşündüğümüzde, ortalama insan ömrü üzerinden, sorumluluk kabul etmek ve belirli standartlardan vazgeçmeyi kabullenmek çok da kolay değildir. Fakat bahsedilen ölçekte etkileri olan ve olacak olan “iklim değişikliği” ya da “küresel ısınma” tam da şu anda hayatımızın içine nüfuz etmekte ve göz ardı edilmeyecek şekilde etkilerini göstermektedir. “BM tarafından 2015 ekim ayında yayınlanan, “İklim Bağlantılı Doğal Afetlerin İnsani Maliyeti” isimli raporda; 20 yılda kaydedilen küresel düzeyde toplam 6,457 doğal afetin %90’ı sel, fırtına, sıcak hava dalgası, kuraklık ve diğer aşırı iklim hareketlerinden kaynaklandığı; 1995 yılından bu yana aşırı iklim hareketleri kaynaklı afetler nedeniyle 606 bin kişinin yaşamını yitirdiği, 4,1 milyar insanın ise etkilendiği belirtilmektedir”. Bu noktada bireyselden çok küresel bir sorun olarak, devletlerin bir araya geldiği ve önemli adımların atıldığı süreci yaşamaktayız.
Bu farkındalık, BM İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı (şu an itibariyle) 197 ülkenin imzalamasıyla kendini görünür ve resmi hale getirmiştir. Akabinde 1997 Kyoto Protokolü olarak anılan Kyoto Anlaşması ile katılımcı ülkelerin her yıl salınımlarını hesaplamayı ve elde edilen rakamları bildirmeyi kabul ederek, ülkeler arasında “ortak ama farklılaştırılmış sorumluluklar” belirlenmiştir. Buna göre 2008-2012’ya kadar olan süreçte yüzde 5 oranında emisyonlarını azaltma kararı alınmıştır. Kronolojik olarak takip eden toplantılardan 2009 Kopenhag müzakereleri önemli yere sahiptir. Çok sayıda politikacı dâhil olmak üzere, en geniş katılımla gerçekleşmiş ve Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler önemli taahhütlerde bulunmuşlardır. Ayrıca, ABD ve Çin enerji ve iklim değişikliği konusunda işbirliğine gideceklerini ilan etmişlerdir.
2020 ile başlayacak yeni bir dönem için hedefler belirlenmesi anlamında önemli dönüm noktalarından biri olan “Paris Anlaşması” 2015 yılında yapılan müzakereler sonucunda ortaya çıkmış ve bir yıl sonra kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. En belirgin özelliği tüm ülkelerin katkılarını sağlayacak bir zemin hazırlamasıdır. Bunun yanında gelişmekte olan ülkelere finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme konusunda destek öngörmektedir.
Ülkemiz için süreç 2004 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olarak katılmasıyla başladı. Ek-I listesinde özel şartlara sahip ülke olarak yer almaktadır. Türkiye 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf oldu. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında, sera gazı envanterlerini düzenli olarak raporlamakla mükelleftir. Paris Anlaşmasını henüz onaylamayan ülkemizin, gelişmiş ülkeler statüsü olarak değerlendirilen Ek-I listesinden çıkma ve gelişmekte olan ülkeler statüsünde yükümlülük talebi bulunmaktadır ve özellikle finansal destek ve fonlardan yararlanma konusunda beklentilerini ifade etmiştir. Türkiye’nin konumu ve yapılanlar, yapılacaklar açısından net hedefler ve gelecek için olumlu olmasını, gerekli teknoloji ve finansman desteğini almasını diliyorum.
İklim değişikliği temelinde alışkanlıkları değiştirme ve medeniyeti ulaştığı noktada rotasını yeniden belirleme yönüne çevirmiştir, bir zihniyet değişikliğidir. Siyasetin rolü ve yön vericiliği mühimdir. Bilim insanlarının çalışmalarının dikkate alınması ve desteklenmesi hayatidir. En önemli konu enerji ve teknoloji dönüşümüdür. Fosil yakıtlara olan bağımlılıktan temiz ve yenilenebilir kaynaklara geçiş şüphesiz ki teknolojik gelişmelere ihtiyaç duymaktadır. Aynı zamanda bir nevi enerjinin paylaşımı ve daha sosyal bir dağılım ön görmektedir; elbette ülkeler üstü bir transfer mümkün olursa.
Şimdi gözler 2-13 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek COP-25 zirvesinde olacak, LabMedya basıldığında toplantı bitmiş olacaktır. Dünya’nın ve gelecek nesillerin geleceği için olağanüstü gayrete ihtiyaç olduğu kesindir, siyasetin öncülük ettiği ve bilim insanlarının özveri ile çalışacağı bu dönüşüme inancım tamdır; mutlu ve güzel yarınlara…
Kaynaklar:
GIDDENS Anthony, İklim Değişikliği Siyaseti, Phoenix Yayınevi, Ankara 2013.
https://enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Iklim-Degisikligi-ve-Uluslararasi-Muzakereler
Nejla KILIÇ ARSLANER / Kimyager