Prof. Dr. Aziz EKŞİ
HER ŞEYİ BİR GIDADAN BEKLEMEK!
Ekmeğin nişastaya, soyanın yağa, domatesin likopene, yulafın life indirgenmesi bunun tipik örnekleridir. Bu gıdaların belirtilen bileşkence zengin olduğu bir gerçektir. Fakat o gıda, yalnız o bileşenden ibaret değildir.
Çoğumuz ekmeğin nişastadan oluştuğunu düşünüyoruz. Nişasta ekmeğin başlıca bileşenidir doğru; fakat ekmeğin nişasta yanında protein, mineral ve vitamin de içerdiğini unutuyoruz. Soyayı genellikle yağdan ibaret sanıyoruz. Fakat soyanın yağdan (%20) daha çok karbohidrat (%30) ve protein (%40) içerdiğini düşünmüyoruz.
Domatese gelince... Rengini veren likopendir ve bu yararlı bir bileşiktir. Fakat domates likopenden ibaret değildir. Yalnızca %0,1 kadar likopen içerirken yaklaşık %3,5 şeker, %0,8 protein, %0,7 lif, %0,6 mineral ve %0,4 asit içermektedir. %94’ü ise sudan ibarettir.
Örneklediğimiz bu indirgemeci yaklaşım gıdaların olduğundan daha düşük düzeyde konumlanmasına yol açıyor. Bir anlamda bu gıdalara haksızlık yapılıyor. Bir de bunun tam tersi bir yaklaşım var. Bir gıdanın her şeyi içerdiğinin ve her derde deva olduğunun sanılması gibi…
Bu yaklaşım da en az birincisi kadar sakıncalıdır. Çünkü gıdanın mucize düzeyinde konumlanmasına ve her şeyin o gıdadan beklenmesine yol açıyor. Oysa gıdalardan beklediğimiz şey artık bellidir. Öncelikle, sağlıklı beslenme açısından gereksinim duyulan yaşamsal besin ögelerini içermesidir. Bunların sayısı 40 dolayındadır. Bu kapsamda; 14 vitamin, 14 mineral, 8 (+2) amino asit ve 2 yağ asidinden söz ediliyor. Son yıllarda bu listeye diyet lifi ve bazı omega-3 yağ asitleri de eklendi. Bunlara temel besin ögesi de deniliyor.
Bunların diğer gıda bileşenlerinden farkı, günlük gereksinim miktarlarının (RDA değeri) bilinmesi ve tüketimleri bu miktarın altına düştüğünde özgül sağlık problemlerinin ortaya çıkmasıdır. A vitamini eksikliğinde gece körlüğü, demir eksikliğinde kansızlık, treonin eksikliğinde de karaciğer yağlanması gibi sorunlara yol açabiliyor. Bu nedenle sağlıklı gıda tüketiminin amacı öncelikle bu temel besin ögesi gereksiniminin karşılanması olmalıdır.
Gelinen noktada, hangi gıdanın hangi besin ögelerini içerdiği biliniyor. Fakat bunların tümünü, üstelik gereksinilen düzeyde içeren doğal bir gıda yoktur. Bu nedenle, temel besin ögesi gereksinimini ancak farklı gıdaları tüketerek karşılayabiliyoruz. Dolayısı ile her şeyi (temel besin ögelerini) karşılaması gereken her hangi bir gıda değil, günlük tükettiğimiz gıdaların toplamıdır. Bu noktada gıdanın duyusal boyutunun ve sosyal işlevinin de dikkate alınması gerekiyor.
Gerçek bu kadar yalın iken bazı gıdalara mucize düzeyinde anlam yüklendiği görülüyor. Zamanla değişiyor bunlar. Bazısı gündemden düşerken yenileri karşımıza çıkıyor. Somon, kakao, brokoli, sarımsak, avokado, yaban mersini, altın çilek vb. gıdaların farklı zamanlarda gündemde zirve yaptığını ama orada da tutunamadığını izledik.
Son zamanlarda zirvede susam (tahin) ve hindistan cevizi dolaşıyor. Sanki orta zincirli yağları (6-10 karbonlu kapronik, kaprilik, kaprinik yağ asidlerinden oluşan) yalnız hindistan cevizi içeriyor. Sanki bunların eksikliğine bağlı yaygın bir sağlık problemi var! Ve yalnızca bunların tüketilmesi ile sağlığa kavuşuluyor!
Öncekiler gibi onların da orada kalamayacağı açıktır. Çünkü söylenen etkinin gerçekliğini beslenme pratiği doğrulamıyor. Önce gereğinden fazla tüketiyoruz o gıdayı ve mucize gerçekleşmeyince terk ediyoruz. Böylece zincirleme hata yapıyoruz. Birinci hata, herhangi bir gıdadan mucizevi etki beklentisidir. İkinci hata da, her gıdanın kendine özgü bir besin ögesi profili olduğunun unutulmasıdır. Üçüncü hata ise mucize arayışına başka bir gıda ile devam edilmesidir. Peki, bu döngünün itici gücü nedir veya bu gıdaları gündeme getiren kimdir?
Bunun arka tarafında çoğu kez ticari ilişkiler vardır. Bu söylenceler gerçekte bir pazarlama aracıdır. Bunu yapan bir ülke, bir şirket veya bir sağlık profesyoneli olabiliyor. Hangisinin olduğu o kadar önemli değildir ama ön tarafındaki bizim zaafımız dikkat çekmektedir. Yani bizim mucize gıda arayışımızdır. Bilimsel bir kanıta dayalı olup olmadığına bakmaksızın söylenene inanışımızdır. “EFSA” onaylı sağlık beyanlarına kayıtsız kalışımızdır.
Efsaneye göre insanoğlunun ab-ı hayat (yaşam iskiri) arayışı yeni değildir. Fakat adı üstünde; bu bir efsanedir. Yapılması gereken; öncelikle tek bir gıdaya umut bağlanmaması ve bu tip söylencelere eleştirel gözle bakılmasıdır. Her gıdanın farklı bir yeri olduğunun unutulmaması ve gıda tüketiminin olabildiğince çeşitlendirilmesidir. Gıdalardan maksimum sağlık yararı sağlamanın gerçekçi yolu budur.
Kaynak
gidabiliminotlari.blogspot.com