Haberler
DİKKAT! ÇÖLYAK HASTASI OLABİLİRSİNİZ
Antikorlar tarafından yapılan saldırılar nedeniyle ince bağırsakta hasar oluşturan bu hastalık kısaca, bir oto-immün sistem hastalığıdır.
Bu hastalığı “Gluten” ismi verilen, özellikle buğdayda bulunan (diğer tahıl ürünlerinde de benzeri bulunur) kompleks bir protein tetikler. Buğday temel olarak 3 kısımdan oluşur: Kepek (Kabuk) kısmı, Endosperm kısmı ve Embriyo (Öz-Ruşeym) kısmı. (Buğday Embriyosu bazı marketler de satılır, özellikle cilt güzelliği için kullanılır.) Endosperm kısmı buğdayın %80-85’ini oluşturur, nişasta yönünden zengindir ve günümüzde en çok tüketilen beyaz ekmeğin yapıldığı ana kısımdır. Gluten ise Endosperm kısımda bulunan ve tüm buğday proteinlerinin yaklaşık %75-80’ini oluşturan kompleks bir proteindir.
Gluten, iki protein grubundan oluşur: gliadinler ve gluteninler. Gliadinlerin de kendi içinde α, β, γ ve ω gibi alt gruplara ayrılır. Yapılan çalışmalar neticesinde Çölyak hastalarında gliadin isimli proteinlerin, gluteninlerden daha toksik olduğu belirlenmiştir. En toksik olan ise de α-gliadinlerdir. “Madem gluten zararlıdır o halde gluten oluşumunu sağlayan genler susturulabilir” gibi bir sonuç akıllara gelebilir; fakat gluten “gereksiz” bir protein değildir. Ekmek yapımında çok önemli olduğu gibi daha da önemlisi tohumun çimlenmesini sağlayan azot ve karbon kaynağıdır.
Çölyak; sadece glutenle değil, arpa, çavdar gibi tahıl ürünlerinin içindeki gluten benzeri proteinlerle de tetiklenebilir. Tek faktör sadece genler olmayıp çevresel etmenler de bu hastalığın oluşumunda rol alırlar. Çölyak HLA genleri denen (Human leukocyte antigen- İnsan lökosit antijenleri) genlerin bozukluğundan kaynaklanır ki; bu antijenlerin temel görevi bir bileşenin dost mu, düşman mı olduğuna karar vermektir. Bu gende ki bir mutasyon, kişinin kendi dokusunu düşman olarak görür ve antikorlarca saldırıya uğrar. Belirttiğimiz gibi genetik olarak doğrudan geçebileceği gibi çevresel faktörlercede mutasyon tetiklenebilir. HLA genlerinin bozuk olması Çölyak için zaruri olsa da tek başına yeterli değildir. Şu ana kadar Çölyak oluşum riskini arttıran en az 39 HLA- olmayan gen tespit edilmiştir. Bu genlerin büyük kısmı da inflamasyon ve oto-immün yanıtlarla bağlantılı genlerdir ama bu mekanizma tam olarak aydınlanmış da değildir.
Yapılan serolojik çalışmalar Çölyak vakalarının sadece %21’inin (Avrupa için) klinik olarak tanımlanabildiğini göstermektedir. Ayrıca kadınlar da erkeklere nazaran 1,5-2 kat daha fazla Çölyak görülürken Tip-1 diyabet, hashimoto tiroidit’i gibi oto-immün rahatsızlığı olanların bu hastalığa daha fazla yakalanma eğiliminde olduğu belirlenmiştir. En önemli faktörün genetik yatkınlık olduğunu bir kez daha belirtelim.
Daha önceleri sadece çocuklarda görüldüğü ileri sürülen Çölyak, hayatın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Belirtileri arasında kronik ishal, gaz-şişkinlik, gelişme geriliği, yorgunluk, yetersiz sindirim, yüksek aminotransferaz seviyeleri, kemik yoğunluğunda azalma; hatta nörolojik etkiler bile görülebilir. Bu hastalık kronik ve ömür boyu devam eden, mutlak suretle gluten gibi ürünlerden kaçınmayı gerektiren bir hastalıktır. En etkili tedavi kesin olarak gluten gibi proteinleri içeren tahıllardan ve iz miktarda bile olsa gluten içeren ürünlerden uzak durmaktır; üstelik çok sıkı bir şekilde.
Dünya geneli ortalama Çölyak hastalığı %0,6-1 arasında görülmekte iken, bölgeden bölgeye bu oranlar değişebilmektedir. Bütün kıtalar da görülmekle beraber Japonya, Güney Doğu Asya, Doğu Çin gibi halen geleneksel beslenmenin ağır bastığı toplumlar da bu oranların daha düşük olması dikkatleri beslenmeye çekmiştir. Ayrıca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Hindistan’ın kuzey batı kesimlerinde ise Çölyak oranları daha yüksek seyretmektedir. Ülkemizde bu oran yaklaşık olarak % 1-1,5 arasında iken yaşla beraber Çölyak tanısının artması da bir diğer ilginç sonuçtur. The new england journal of medicine’da yayınlanan makaleye göre diyetin batılılaşması hem Çölyak’ı hem farkındalığı arttırıyor.
Peki, Çölyak’a günümüzün modern buğdayı mı yol açmaktadır? Bilim kanıt ister. Varsayımlar, bir hipotez oluştururken bir çeşit ön kabuldür; fakat kesin kanıt olmadan insanlara korku pompalamak doğru değildir. Arkeolojik kazılar sonucu 28 ve 42 kromozomlu tetraploid ve hekzaploid genomlu (günümüzün modern makarnalık ve ekmeklik buğdayları) buğdayların günümüzden yaklaşık 9500 yıl önce Şanlıurfa ilimizde yer alan Karacadağ bölgesinde yetiştirildiği belirlenmiştir. Dolayısıyla bu buğdayların doğrudan Çölyak’a yol açtığını söylemek, mevcut kanıtlara göre doğru değildir. Esas sebep olarak kabul edilen gliadin (özellikle α-gliadinler) içeriği buğday türlerine göre değişmektedir. Günümüzün makarnalık buğdayı olan 28 kromozomlu bazı buğdaylarda en önemli CD-immünojenik sekans olan 33-mer peptidinin olmadığı bildirilmiştir. Yani sorun günümüzün modern buğdayından ziyade bazı türlerde bulunan 33-mer peptididir.
Eski atalık buğdaylar da gluten proteinleri olan gliadin/glutenin oranının 2:1 olduğu belirlenirken bu oran günümüzün modern buğdayında neredeyse eşittir (0,8:1). Çölyak’ın bu farktan kaynaklandığı ve günümüz buğdayının sorumlu olduğu söylense de ifade ettiğimiz gibi bunun kesin olduğunu belirtmek doğru değildir. Zira elimizdeki kanıtlar bunu doğrulamamaktadır.
Hem in vitro hem de doğrudan hastalar üzerinde, siyez buğdayının daha az ve farklı yapıda gluten içeriği nedeniyle daha iyi sindirildiğine dair çalışmalar mevcuttur ancak immünolojik yanıt oluşturduğuna dair bulgulara da ulaşılmıştır. Kısaca sonuçlar çelişkilidir. Çelişkinin sebebi çalışılan ilkel buğday türlerinin farklı olmasıdır, tabii çalışmaya konu kişilerin de farklı olması doğal olarak farklı sonuçlar oluşmasına neden olmaktadır. Çünkü her bireyin verdiği immün yanıt değişmektedir. Az veya çok siyezin de mutlaka oto-immün yanıtlar oluşturduğu aşikârdır. Bu sebeple Çölyak rahatsızlığı olanlar kesin olarak gluten vb. fraksiyonlarını içeren tahıllardan uzak durmalılar.
Buğday ile ilgili bir diğer sorun da onun fitik asit içeriğidir. Günümüzde sindirim problemlerine de yol açan fitik asitin günümüz buğdayında yüksek düzeyde olduğu ve bu nedenle proteinlerin sindiriminde problemlere yol açtığı ifade edilmektedir. Öncelikle bu doğru bir söylem; ama eksik. Çünkü fitik asit siyez buğdayında da bulunmakta ve türlere göre bu oran değişmektedir. Ayrıca bazı siyez türlerinde bulunan fitik asit miktarı günümüzün modern buğdayından daha yüksektir. Bir diğer ifade ile siyez buğdayında fitik asit miktarı günümüz buğdayına göre daha düşük değildir.
Beslenme aslında “kişisel” bir konu. Ortalama, sağlıklı bir beslenme rejimi olmasına karşın kesinlikle herkese uyan bir formül yok; olması da imkânsız. Fakat günümüzde maalesef yüksek düzeyde bilgi kirliliği mevcut. Konu ile eğitimi olan, olmayan herkes bir şeyler söylemekte; ama doğrusu tam olarak araştırılmamaktadır. Oldukça yüksek popülarite getiren bu alan, bazılarına adeta birer rant kapısı olmuş; hatta söylemler halk sağlığını tehdit edecek boyutlara varmıştır. Abartılı, popülist ve altı boş iddialara prim vermeyin. Bilim bu konuda şüphesiz en doğru yolu gösterecektir.
Bilimle kalın! Sağlıklı günler.