Haberler
Gıda kaynaklı antibiyotik direnci
Daha sonra 1928 yılında Alexander Fleming’in penisilini keşfetmesi, antibiyotikler çağını başlatmıştır. Enfeksiyon hastalıklarında adeta yeni bir çağ açan antibiyotikler, ne yazık ki dirençli ve süper bakteri denilen bakterilerin oluşmasına da neden olmuştur. Süper bakterileri kullanımda olan antibiyotiklerle yok etmek neredeyse imkânsız. Bu sebeple sürekli yeni ve güçlü antibiyotik arayışlarımız sürmektedir.
Antibiyotik direnci denilince, sadece doğrudan tükettiğimiz antibiyotiklerin bu duruma sebep olduğu aklınıza gelmesin, aynı zamanda gıda ve su üzerinden de antibiyotik direnci oluşur. Hayvan hastalıklarında kullanılan antibiyotik miktarı, ne yazık ki insanlarda kullanılan miktar kadar; hatta daha fazla bile olabilir; çünkü denetlenmesinin daha gevşek olduğunu ifade edebiliriz. Bir diğer sorun da hayvan yemlerine hormon, antibiyotik vb. ürünlerin ilave edilmesi. ABD kaynaklı bazı verilere göre hayvancılık sektöründe tedavi amaçlı yılda 900 bin kg antibiyotik kullanılırken tedavi amacı dışında kullanılan antibiyotik miktarı ise yılda 11 milyon kgdır. İnsanlarda kullanılan miktar ise 1.3 milyon kg/yıldır.
Mevzuatımızda Koksidiyostatlar ve histomonostatlar haricinde, yem katkı maddesi olarak antibiyotiklerin, ilaç niteliğindeki maddelerin, hayvansal proteinlerin (Et-kemik unu, kemik unu, kan unu ve diğer kan ürünleri, tavuk unu, balık unu vd.) kullanımı yasak olsa da bunun gayrı resmi şekilde, kesin olarak, kullanılmadığını bilemiyoruz. Antibiyotiklerin balık ve kara hayvanlarında düşük düzeyde kullanımının kilo alımını arttırdığını bilimsel çalışmalar neticesinde bilmekteyiz. Bu konuda ilk antibiyotik kullanımı 1940’lı yılların başına kadar gider. Bu yıllarda tetrasiklin içeren yapılar kümes hayvancılığında kullanılmış ve hayvanların daha fazla kilo aldıkları görülmüştür. Daha sonra antibiyotikler büyükbaş hayvan yemlerinde de kullanılmaya başlanmıştır. Büyüme yanıtı, hayvanın türüne ve diğer şartlara bağlı olarak değişmektedir.
Antibiyotiklerin büyümeyi bağırsak florası üzerine etki ederek sağladığı öne sürülmüştür. Buna dair kanıtlar olmasına rağmen, aksini söyleyen yayınlar da mevcuttur. Bu konuda birkaç farklı teori daha bulunmaktadır. Örneğin bu antibiyotiklerin safra asidine etki ettiği ve bu yolla büyümeye neden olduğu, bu teorilerden biridir. Özetle bu konuda fikir birliği olduğunu söyleyemeyiz; fakat bu yazının konusu olmadığından detaylara giremiyoruz.
Hayvansal yemlerde veya hastalık durumlarında kullanılan antibiyotiklerin gıda zinciri yoluyla insanlara geçmesi ve burada antibakteriyel bir direnç gelişimine sebep olma ihtimali çok yüksektir. Nitekim 1979 yılında insanlarda % 0,6 oranında görülen salmonella kaynaklı hastalık, 1996’da %34’e çıkmıştır. Bu yükselişin tek müsebbibi antibakteriyel direnç olmasa da (sağlık hizmetlerine erişim, tanı durumunda teknolojik ve bilimsel gelişmeler vb. faktörler de etkilidir) kayda değer şekilde etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada bir dipnot olarak belirtelim, hayvansal yemlerde antibiyotik büyütme faktörlerini tamamen yasaklayan ilk ülke 1986’da İsveç olmuştur. Ülkemizde bu yasak 2006 yılında yürürlüğe girmiştir.
Yemlerde büyüme faktörlerinin yasaklanması antibakteriyel direnç gelişimine büyük darbe indirecektir, Danimarka’da antibiyotiklerin yasaklanması sonucu, daha önce % 60-80 arası antibakteriyel direnç gösteren enterokokların direnç düzeylerinin %5-35 arası azaldığı belirlenmiştir. Bir araştırmaya göre Ocak 2006’da kanatlı yemlerinin %80’inden fazlasının antibiyotik büyütme faktörü içerdiği belirlenmiştir. Tabi tarih biraz eski ve bu kadar yüksek bir oranın nedeni, dünyanın en büyük kanatlı üreticileri olan ABD, Brezilya gibi ülkelerde resmi bir yasağın o tarihlerde olmaması. 2017 itibarıyla ABD’de de antibiyotiklerin kullanımı yasak. İyi haber şu: kanatlı üretiminde dışa bağımlı olmadığımız için yurt dışından gelen antibiyotik direncine sahip ürünleri tüketmiyoruz ve ülkemizde de belirttiğimiz gibi 2006 yılından beri yasak. Fakat piyasada kullanılan yemlerin denetimini kamu adına Tarım Bakanlığı yapmaktadır ve denetimin etkinliği hakkında da en sağlıklı bilgiyi yetkililer ancak verebilir, bu konuda bizlerin bir şey söylemesi zor.
Bugün büyüme faktörü olarak kullanılan etkenlerin insanlarda direnç gelişimine neden olduğunu biliyoruz, bu konudaki ilk endişeler 1969 yılına kadar gitmektedir. O dönem Swan Committee endişesini dile getirmiş ve daha sonra aşamalı olarak yasaklamalar başlamıştır. Şunu da belirtmekte fayda var: antibiyotikler zararlı olan bakterilerin dirençli olmasına neden olabilirken yararlı florayı da yok edebiliyor.
Ayrıca direnç sadece antibiyotiklerden değil, direnç kazanan bakteriden başka bir bakteriye/bakterilere direnç genlerinin yatay-dikey geçmesi ile de oluşur.
(Bildiğiniz gibi bakteriler farklı metotlarla gen alışverişi yapabilirler. Zaten bugün GDO’nun temel mantığı da bu metotlar üzerine bina edilmiştir)
Hayvan kaynaklı antibiyotik kullanımı insanlarda bağırsak yapısını bozabilir, yapılan bir araştırmada, yemlerine antibiyotik ilave edilen tavuklarda, çoklu antibiyotik direnci gelişmesinin yanı sıra çiftlik çalışanlarında ve ailelerin %30’undan fazlasında 6 ay sonra tetrasiklin’e dirençli bakteriler izole edilmiştir. Komşu çiftlikte yapılan analizde ise bu oran %6,8 çıkmıştır. Bu deneyde kullanılan antibakteriyel ajanın tek bir çeşit olmasına rağmen çoklu direncin geliştiğine dikkat ediniz. Yemden antibakteriyel ajanın çıkarılması sonucu antibakteriyel direncin azaldığını da ifade edelim.
Almanya’da yapılan bir çalışmada daha önce Campylobacter spp.de kinolon için % 0 olan direnç, (tavuklarda ve bu çiftliklerde çalışanlarda) enrofloksasin ve saksifloksasin gibi antibakteriyellerin kullanıma girmesiyle tavuklarda % 14 ve çalışanlarda % 11’e yükselmiştir. Tayvan’da siprofloksasin dirençli S. Enterica salgınının kaynağının bir domuz çiftliği olduğu belirlenmiştir. Washington’da yapılan bir çalışmada süper marketlerden tavuk, hindi, sığır ve domuz karkaslarından izole edilen bakterilerin büyük kısmının en az bir antibiyotiğe dirençli olduğu, % 53’ünün en az 3 antibiyotiğe dirençli olduğu belirlenmiştir. ABD’de süpermarketlerde satılan tavuklardan izole edilen E. Faecium suşlarında Quinupristin-dalfopristin direnç oranı %58 olarak bulunmuştur.
Yenidoğan servisinde çoklu dirençli salmonella kaynaklı salgının indeks vakası (ilk kaynak) olan bebeğin annesinin, pek çok hasta buzağının bulunduğu bir çiftlikte çalıştığının belirlenmesi durumun vehametini göstermektedir.
Kümes hayvanlarının hem etleri hem yumurtaları oldukça faydalı besin öğeleri içerip tüketilmesi gereken gıdalardandır. Fakat bu hayvanın ürünlerinden salmonella geçişi oldukça risklidir. Hayvanlarda akut veya kronik hastalıklara sebep olan salmonella insanlarda da en çok gıda zehirlenmesi yapan bakterilerin başında gelir. Dünya geneli kanatlı kaynaklı zoonoz hastalıkların arttığı da bilinmektedir. S. Kentucky bakterisi siprofloksasin’e karşı yüksek oranda direnç geliştirmiştir; hatta bazı türleri geniş spektrumlu beta laktamazlar (GSBL) üretir. Bundan dolayı halk sağlığı için risklidir. Beta laktamaz bir enzimdir ve insanlarda salmonella bakterisi için tedavi amacıyla kullanılan siproflokaksin ve sefalosporin gibi antibiyotiklere karşı direnç gösterir. Bunu sonucunda ise insanda hastalığın tedavisi daha da zorlaşır. Birçok araştırma sonucu tavuklardan izole edilen salmonellalarda çoklu direnç gelişimi olduğu tespit edilmiştir. Tekrar etmekte fayda var, bir bakterideki direnç geni farklı tür/suşlardaki bakterilere geçebilir ve böylece direnç gelişimi sinerjik olarak artabilir.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada pakette satışa sunulan 100 farklı tavuk eti numunesi kullanılmıştır (göğüs, kanat, tavuk sucuk, baget, fileto, tüm tavuk vb) 100 örnekten 35 salmonella spp elde edilmiş ve bunların çeşitli antibiyotiklere karşı yüksek oranda direnç gösterdikleri bazılarında ise GSBL olduğu belirlenmiştir.
Yine ülkemizde yapılan farklı araştırmaların neticesinde izole edilen Salmonella suşlarının, ampisilin, penisilin, sefotkasim, norfloksasin, gentamisin gibi ve daha sayamadığımız birçok antibakteriyel ajana karşı yüksek oranda dirençli oldukları belirlenmiştir. EFSA’nın 2016 yılındaki bir raporunda broyler etlerinden izole edilen Salmonella suşlarında çoklu ilaç direncinin %50.3 ve GSBL aktivitesinin ise %2.1 olduğu bildirilmiştir.
Görüleceği üzere çiğ etlerde yoğun miktarda çoklu direnç gösteren bakteriler bulunmaktadır. Ülkemizde yapılan bir yüksek lisans çalışmasından anlıyoruz ki pişmiş veya çiğ- satışa hazır-ürünlerin içinde olduğu (tavuk döner, et döner) 60 farklı numunenin tamamında Staphylococcus aureus ve 6 tanesinde Salmonella tespit edilmiştir. Daha sonra yapılan antibiyotik duyarlılık testine göre de numunelerde antibiyotik direncinin olduğu belirlenmiştir. (Tespit edilen S.aureusların enterotoksin üretmeyecek düzeyde olduğunu da belirtelim; ama nihayetinde bulunmaması gerekir ve zamanla artarak ürünü bozabilir, zehirlenme veya ekonomik kayıplara neden olabilir)
Bilim insanları kümes hayvanlarından antimikrobiyal ajanların yumurtaya geçişini de araştırmışlar ve ne yazık ki tahmin edebileceğiniz gibi yumurtadan yüksek düzeyde sülfonamidler tespit edilmiştir.
Hollanda’da yapılan bir araştırmaya göre tetrasiklin’in hayvan yemlerine ilave edilmesinin yasaklanması sonucu tetrasiklin dirençli salmonella suşlarının azaldığı belirlenmiştir. Almanya’da yapılan bir çalışmanın sonucuna göre avoparsin kullanımının yasaklanması dirençli suş oranını % 12’den %3’lere düşürmüştür. Danimarka’da 1995’ten sonra tüm antibiyotiklerin büyüme faktörü olarak kullanımının durmasından sonra tavuk karkaslarında vankomisine dirençli enterokoklar (VRE) % 80’den % 5’e düşmüştür.
Bazı bilim insanları, dirençli suşlarla meydana gelen enfeksiyonel hastalıkların süresinin, duyarlı suşlarla meydana gelene göre daha uzun olduklarını ve bunun da virülans (hastalık yapabilme gücü) artışı olabileceğini belirtiyorlar.
Bu konuda az çalışma olmasına rağmen kanaatimizce hayvan yemlerinde kullanımın tamamen engellenmesi ile dirençli suşlarda ciddi bir azalma olacaktır.
Konu ne yazık ki sadece tavuk/kanatlı sektörü ile sınırlı değil. Kırmızı et ve süt ürünlerinde de antibiyotiğe dirençli mikroorganizma varlığı süper bakteri oluşumuna neden olabilir. Covid nedeniyle enfeksiyon hastalıklarının ciddiyeti ve riski konusunda sanırım çoğu kişi tehlikenin farkına varmıştır.
Enfeksiyon etkenleri ile bilimin rehberliğinde ve uzun vadeli sonuçları düşünerek hareket etmek zorundayız, yoksa mikroorganizmalar daha güçlü şekilde geri dönüyorlar.
Kaynaklar:
https://dergipark.org.tr/tr/pub/vetheder/issue/45683/497569
http://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12462/3393/Berkay_Bozkurt.pdf?sequence=1
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/544299
http://www.floradergisi.org/managete/fu_folder/2004-01/2004-9-1-029-036.pdf
Osman EREN
Yüksek Gıda Mühendisi