Prof. Dr. Sevil ATASOY
Mezarlıklar, rüyalar, düğmeler ve otopsiler
Vakitsizlik nedeniyle pek imkan bulamamakla birlikte, son haftalarda iki televizyon dizisine dikkat kesildim. Nedeni, konunun giderek adli bilimlerin alanına girmesi. Örneğin her ikisinde, hoş bir rastlantı eseri, aynı hafta olayın aydınlatılması için mezar açmaktan başka çare kalmadığı noktasına gelindi. İlginç olan yine her ikisinde, bu tatsız işlem için ölenin yakınlarından izin alınması gerektiği öne sürüldü. Senaristlerin aynı kişiler olduğunu sanmıyorum. Belki yakın arkadaşlar, belki aynı kişiye danışmışlar. Çünkü her ikisi aynı yanılgıya düşmüş.
01 Mart 2014, Cumartesi
MEZAR AÇMA KARARI AİLEYE SORULMAZ
Dizilerden ilki, 60’lı yıllarda geçiyor. Dolayısıyla 1929’dan itibaren yürürlükte olan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 79. Maddesinin geçerli olduğu bir dönemde. Kanuna göre, “Gömülen ölünün muayenesine veya üzerinde otopsi yapılmasına lüzum görüldüğü takdirde, ölünün mezardan çıkarılmasına hazırlık tahkikatında Cumhuriyet savcısı, son tahkikatta mahkeme tarafından müsaade olunur ve gerekli işlemler karar veren mercice yerine getirilir.”
Diğer dizi ise, günümüzde geçiyor. Yani, az önce sözünü ettiğim kanunun yürürlükten kalktığı, yerini 2005 baharından itibaren 5271 sayılı kanuna bıraktığı bir zaman diliminde. Mezar açma konusunda artık başka bir madde geçerli. Madde farklı, dili yeni, ama ruhu aynı. Çünkü mantık bunu gerektiriyor. “Gömülmüş bulunan bir ceset, incelenmesi veya otopsi yapılması için mezardan çıkarılabilir. Bu husustaki karar, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından verilir.” Buna, evvelce olmayan bir cümle daha eklenmiş, “Mezardan çıkarma kararı, araştırmanın amacını tehlikeye düşürmeyecekse ve ulaşılması da zor değilse ölünün bir yakınına derhâl bildirilir”.
Kısacası, ister eski, ister yeni dönemde yaşansın, mezar açmak için ailenin izni söz konusu değil. Çünkü yakınlar, değişik mülahazalarla mezarın açılması ve mevtanın rahatsız edilmesinden hiç hoşlanmaz. Nitekim, dünyada mezar açma konusunda öncülerden biri olan ülkemizde, işlemler sırasında mezar çevresine jandarma dizip, yapılan işin engellenmemesi için önlem almak da usuldendir. İzin alınmaz, çünkü izni alınacak kişinin katil olma ihtimali vardır.
Başlangıçta ölümünden şüphelenilmediği için defin izni verilerek gömülenlerin mezarı başında ağlayıp, sızlayan ana, baba, kız ya da oğulun katil çıktığı cinayetler saymakla bitmez.
AH BİR MEDYUM BULSAM
Her iki dizi, suçluya götürecek deliller açısından da beni yakından ilgilendirdi. Birinde, kaçırılan kişinin tutulduğu evi rüyasında gören kadın, Google’un harita uygulaması desteğiyle bir hayli uzaktaki mekanı biraz aradıktan sonra eliyle koymuş gibi buldu. Böylelikle, haftalardır yürütülen geleneksel iz sürme gayretleri, yerini rüyanın üstünlüğüne bıraktı. Bize de, tüm polis teşkilatını lağvedip, en azından asayiş ve cinayet bürolarında çalışanları emekli edip, “Ah bir medyum bulsam, kayıpları, katilleri nasıl da yakalardım” demek kaldı.
O DÜĞMEDE MUKAYESEYE ELVERİŞLİ PARMAK İZİ BULUNMAZ
Diğerinde ise konu, katilin hapisteki yaşlı adam değil de, bir devlet memuru olduğunu kanıtlayacak çok önemli ve tek delile ulaşma yarışına geldi, dayandı. Bu kilit delil, bir düğme. Saldırıya uğrayan kişinin katilin giysisinden son bir hamleyle koparttığı ve avucunda sakladığı, odaya giren bir tanığın düğmeyi görmesi üzerine yutarak emniyete aldığı siyah bir düğme. Şimdi düğme, maktulün ağzında, gırtlağında, mide borusunda, midesinde ya da bağırsağında. Mezar açılır, ceset çıkartılır ve düğme sindirim sisteminde bulunursa, katilin devlet memuru olduğu kanıtlanacak. Peki ama, düğmenin memurun giysisinden kopan düğme olduğu nasıl anlaşılacak? Son bölümde düğme üzerindeki parmak izinden söz edildi, haftaya göreceğiz. Bakalım, 60’lı yıllarda, uzunca bir süre avuç içinde tutulan, ardından ağza alındıktan sonra tükürük, mide ya da bağırsak sıvısı ile karşılaşan, üstelik istemsiz kasılmalar nedeniyle içinde bulunduğu ortamın hareket ettiği, iç bükey ya da dış bükey, üzeri delikli, çeperi tümsekli, çapı bir santimi geçmeyen siyah yüzey üzerinden parmak izini nasıl görünürleştirip, kaç özelliğini karşılaştırarak sonuca varacaklar. Merakla gelecek haftayı bekliyorum.
Bir de katilin, delile herkesten önce ulaşma gayretiyle gecenin karanlığında mezarı kazmaya kalkıştığında, tabut kapağının kaldırılışı izlenimi veren bir gıcırtı duyuldu ki, onu izah edebilmek için bir hayli kafa yordum. Bu sesin mezar tahtalarından gelme ihtimali yoktu, çünkü onlar kaldırılırken gıcırdamaz. O zaman tabutla gömülmüş olması gerekir. Adamı geleneklerimizin aksine neden bu şekilde gömdüklerini anlamaya çalıştım. Yuttuğu düğmeyi kolay buldurabilmek için cesedin çürümesini önlemek amacıyla ise, böyle bir önleme hiç gerek yoktu. Çünkü böcekler düğme yemez. Belki de senaryoda bu ses yoktur da, korku efektini artırmak üzere kurgu sırasında eklenmiştir.
İKİNCİ OTOPSİDE ÖLÜM ZAMANI BULUNMAZ
Merakla beklediğim bir mesele daha var. Bir kadın öldürülüyor, otopsi yapılıp gömülüyor. Ama kahramanımız, otopsinin yeterli kalitede yapılmadığından, ölüm zamanının doğru tespit edilmediğinden şikayetçi, mezarın açılarak yeniden otopsi yapılmasını istiyor. Eşinden izin istiyorlar, vermiyor. Diyelim ki verdi ya da diyelim ki kanuna uygun olarak izin filan almadan mezarı açtılar, cenazeyi çıkarttılar ve ikinci kez otopsi yaptılar. Ölümün ardından otopsi yapılmış, kan, idrar ve mide içeriği alınmış, baş, göğüs ve karın boşluğu açılmış, organları çıkartılmış, tartılmış, parça alınmış, yeniden kapatılmış, kefenlenerek toprağa verilmiş bir cesedin, haftalar sonra gün ışığına çıkartılarak ölüm zamanı doğru olarak tespit edilmiş bir olguya rastlamadım. Otopsi hiç yapılmamış olsaydı, şansları vardı. Ama belki benim bilmediğim bir teknik vardır diye gelecek hafta olacakları gerçekten merakla bekliyorum.
GÖNÜLDEN KUTLUYORUM
Her iki dizinin yapımcılarını gönülden kutluyorum. Haberler dışında televizyon izleyecek vakit bulamayan benim gibi birini bile ekrana kilitleyebildikleri için. Zaten izlenme paylarının yüksekliği başarılarının kanıtı.
Prof. Dr. Sevil ATASOY