Prof. Dr. Sevil ATASOY
Kabahat Dolunayda
Dolunay’ın insanı etkilemediği sonucuna varan bilimsel araştırmaların sayısı ikiyüzün üzerindedir. Tam aksini ileri sürenler ise, az... Üstelik bazılarının istatistik hesaplarında hatalar var. Buna rağmen insanoğlu, ay ışığının insanı fizyolojik, biyolojik ve psikolojik olarak etkilediğine inanmak istiyor.
01 Mayıs 2013, Çarşamba
Ay’ın evreleri ile insan fizyolojisi ve davranışı arasında ilgi kurulmasının da uzun bir geçmişi bulunuyor. Milattan 400 yıl kadar önce, Bodrum’un 4 kilometre kadar açığındaki İstanköy Adası’nda doğan “Tıbbın Babası” Hipokrat’a göre, astronomi bilmeyen, hasta tedavi etmemeliydi. Birinci yüzyılda yaşamış Romalı Plinius, bilinen ilk ansiklopedi olan “Doğa Tarihi”nde, “Sakın dışarıda, Dolunay ışığı altında uyumayın. Sarhoş olur, sersemlersiniz” diye uyarır.
1300’lerin başında engizisyon mahkemesinin karşısına çıkan Dr. Pietro d’Abano, bazı hastalıkların tedavisini ayın evrelerine göre düzenlemekten yanaydı. Dört yüz yıl kadar sonra, Dr. Franz Mesmer, Viyana Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bir jürinin karşısında “Gezegenlerin İnsan Vücuduna Etkisi” adlı doktora tezini savunuyor, vücuttaki sıvılara Ay’ın ve diğer gezegenlerin mıknatıs etkisi yaptığını, oluşan gel git hareketinin hastalıklara yol açtığını anlatıyordu.
Dr. Mesmer’den bu yana geçen 250 yılda, Ay’ın insan duygu, durum ve davranışına etkisini inceleyen sayısız araştırma yayınlandı. Özellikle Dolunay’ın, cinayetlerden borsa hareketlerine kadar, iyi ve kötü her türlü durumla ilişkisi masaya yatırıldı.
Dolunay yaklaşınca, devriyeleri arttırdı
Dolunay’ın insanı etkilemediği sonucuna varan bilimsel araştırmaların sayısı ikiyüzün üzerindedir. Tam aksini ileri sürenler ise, az... Üstelik bazılarının istatistik hesaplarında hatalar var. Buna rağmen insanoğlu, ay ışığının insanı fizyolojik, biyolojik ve psikolojik olarak etkilediğine inanmak istiyor.
Ay’ın, insan davranışını etkilediğini savunanlar arasında başlıca üç isim öne çıkar. 1972 yılından başlayarak konuyu inceleyen Miami Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nden Prof. Arnold Lieber, Polonya Bilim Akademisi Deneysel Tedavi Bölümü’nden Prof. Dr. Michal Zimecki ve Hindistan’ın Patna Tıp Fakültesi’den Prof. C.P. Thakur.
Lieber ve Thakur, bu etkinin nedeni üzerinde de kafa yormuş ve Ay’ın tıpkı okyanuslar gibi, vücut sıvılarını da çektiği ve beyinde oluşan gel-git dalgalarının, davranışları değiştirdiğini ileri sürmüştür.
Bu ve benzeri yayınlar, polislerin hastane acillerinde çalışan sağlık personelinin, astrologların, azımsanamayacak sayıda ruh hekiminin ve elbette, “kurt adam” efsanelerinin her dönem okurun ilgisini çektiğini bilen gazetecilerin sıklıkla atıfta bulunduğu kaynaklar.
Yapılan araştırmalardan esinlenen İngiliz Polis Müfettişi Andy Parr, güvenliğinden sorumlu olduğu bölgede, 2006 yılında işlenen suçları Ay’ın evrelerine göre sınıflandırmış ve adam öldürme ile yaralamaların, Dolunaylarda arttığı sonucuna varmıştı. 2007 yazından bu yana Dolunay gecelerinde, güney İngiltere’nin kıyı kenti Brighton’un sokaklarında, diğer günlerden daha fazla devriye görevlendiriyor. Onun bu kararını gazetelerde okuyan Yeni Zelanda’nın şaraplarıyla ünlü Hawke’s Bay bölgesinin polis müdürü de, kalemi kağıdı eline almış, sonra gazetecilerin karşısına çıkarak, Dolunay’da aile içi şiddete, intihar girişimlerine daha fazla rastladıklarını anlatmıştı. Müfettiş Parr, daha fazla polis görevlendirerek suçları önleyebildi mi, yoksa bu gereksiz masraf yüzünden başına dert mi açıldı bilemem, ancak bin yıllardır çekiciliğini koruyan Dolunay - Şiddet ikilisi sayesinde ünlendiği muhakkak.
Türk polisinin Dolunay’la ilgili düşüncesini öğrenmek amacıyla Adli Tıp Enstitüsü’nde öğrencim olmuş bazı emniyet mensuplarını aradım. Genel olarak, dünyanın birçok ülkesindeki meslektaşları gibi, Dolunay’ın insanları etkilediğine inanıyorlar, ancak bugüne değin, devriye sayısını arttırmak gibi bir önlem alındığına rastlamamışlar.
Dolunay vardı ve hiçbir şey olmadı
Psikoloji profesörleri Kelly ile Rotton ve fizik profesörü Culver, 1980 sonrası yayınlanmış, Ay’ın evrelerinin insana etkisini inceleyen, 250’nin üzerinde araştırmayı değerlendirmiştir. Bu araştırmalar, cinayet, trafik kazası, polis ve itfaiye çağrıları, aile içi şiddet, doğum, intihar, doğal afet, kumarhanelerin kazananlara ödediği paralar, suikast, adam kaçırma, futbolcu şiddeti, cezaevinde şiddet, psikiyatrik başvuru, saldırı, ateşli silah yaralanması, bıçaklama, acil girişi, vampirizm, alkolizm, uyurgezerlik, sar’a gibi çok değişik durumları ele almaktaydı. Kelly ve arkadaşları, bulgularını iki kez, hemen hemen aynı adla yayınlandılar: “Dolunay vardı ve hiçbir şey olmadı.” Kısacası, yukarıda sayılan olayların hiçbirine Dolunay’ın doğrudan ve istatistiksel açıdan anlamlı bir etkisi bulunmuyor.
Gerek Kelly, gerekse Rotton, neredeyse 40 yıldır Dolunay efsanesine karşı yürüttükleri mücadeleyi sürdürüyorlar ve bilim, tam aksini söylediği halde, geniş kitlelerin ısrarla ay ışığının etkisine inanmasını, medyanın yaklaşımına, halkbilim ve geleneklere, yanlış kanılara, önyargılara bağlıyorlar.
Ay ışığına meraklı doktorlar
İki tıp doktoru, Amerikalı Arnold Lieber ve Hintli C.P. Thakur’un hararetle savunduğu, Dolunay’daki insan davranış değişikliklerine beyin sıvılarının gel-git’inin yol açtığı teorisi, biyofizikçi ve gökbilimciler tarafından kabul görmez. Ay, yeryüzünün denizlerini etkilediği halde, insan bedenindeki sudan kat kat daha fazlasını bulunduran yüzme havuzlarındaki suyu bile çekip bırakacak gücü yoktur. Öte yandan hem dünyanın, hem de insanın % 70’inin su olduğu, bu nedenle Ay’ın her ikisini benzer biçimde etkileyeceğini ileri sürenlere de, tek bir sözcükle yanıt verilebilir: Yanlış. Çünkü, dünyanın %70’i değil, dünya yüzeyinin % 70’i sudur. Ayrıca Ay, sadece serbest su kütlelerini etkiler, insan bedeninde ise su, farklı kompartmanlara dağılmıştır ve bir bölümü protein gibi başka moleküllere bağlıdır, yani serbest değildir.
Dolunay evresinde, Ay’ın çekim gücünün dorukta olduğu söylemi de yanlıştır. Çünkü, Ay, dünyaya en yakın olduğu konumdayken, evrelerin herhangi birinde olabilir.
Bu arada Dr. Lieber’in, dört kez Miami polisini, medyayı ve hastane acillerini “Kozmik rastlantılar, cinayet ve intiharları arttıracak. Önlem alın.” diye alarma geçirdiğini, 1982’de Kaliforniya’nın büyük bir depremle yerle bir olacağını öngördüğünü, ancak hiç birinin doğru çıkmadığını belirtelim. Dr. Thakur ise, 80’lerdeki ay ışığı merakını hızla terketti, kendisini Leishmania parazitinin neden olduğu kala-azar ( kara humma) hastalığı ile mücadeleye adadı, Dünya Sağlık Teşkilatı’nda çalıştı, üç kez Patna Parlamento’suna seçildi, önce Su Kaynakları, ardından Sağlık Bakanı oldu.
Seri katil neden Dolunay’ı sever?
Bir yıl içinde altı kişiyi öldürüp, yedi kişiyi yaralayarak New York polisine kabuslar yaşatan 24 yaşındaki, eski asker, polis ve postacı David Berkowitz (ya da peşindekilerin okuması için bıraktığı ilk mektuptaki imzasıyla “Sam’ın Oğlu”), kafayı park etmiş otomobillerdeki sevgililere takmıştı.
David Berkowitz’in saldırıları, genellikle dolunaylı gecelere denk gelir. Bu yüzden, dolunayın akıl sağlığını etkilediğine inananların sıklıkla aktardığı bir örnektir. Cezaevindeki katille yüzyüze görüşen FBI’ın Davranış Bilimleri Birimi’nden Ressler ve Douglas, cinayetleri için neden Dolunay’lı geceleri seçtiğini sorduklarında, aldıkları yanıt çok mantıklıydı: “Sevgililer, böyle gecelerde buluşmayı tercih eder de ondan!”. Kısacası, Sam’ın oğlu, sadece fırsatçıdır, yoksa Dolunayda aklını kaçıran bir seri katil değil.
Yüze yakın çocuğu öldürüp yediği söylenen, sadece üçü kanıtlanan ve elektrikli sandalyeyi boylayan Albert Dish’in, Dolunay geceleri çırılçıplak soyunup dans ettiği, akıl hastanesinde kalp krizinden ölen bir diğer seri katil Ed Gein’in, ay ışığında hoplayıp zıpladığı söylense de, kurbanlarına saldırmak için ne biri, ne diğeri Dolunayı beklemiştir.
Adli Astronomi - Adli Astroloji
Dolunay, adli bilimler açısından da önem taşır. 90’larda Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu’nda adli astronom olarak çalışan, şimdilerde İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde öğretim üyesi olan Bülent Üner ve Ege Güral’dan aktaracağım bir örnek, sanırım size fikir verecektir:
“Adli Tıp Kurumu’na 1992 yılında, bir Askeri Ceza Mahkemesi’nden gelen dosyada, bir asteğmen, havanın çok karanlık olduğundan, yüzbaşıyı er zannedip dövdüğünü söylemektedir. Olay saati 24:00 civarıdır ve aylardan ağustostur. Yaptığımız hesaplarda ayın Dolunay evresinde, en yukarıda olduğu, mevsim ve yöre itibarı ile havanın açık olup, hiçbir ışık olmasa bile kişilerin rahatça tanınabileceği görülmüştü.”
Bir de, Amerikan Astrologlar Federasyonu üyesi, Arizonalı medyum Dave Campbell gibi “adli astrolog” olduğunu iddia edenler var. Bu kişiler, katilleri, kayıpları, kaçırılanları astrolojik haritalarla bulabildiklerini, olay yeri, günü ve saatinden katilin kişiliğini belirlediklerini iddia ediyorlar. Hatırlarsanız 22 Kasım 1963’te Oswald adlı birinin Başkan Kennedy’yi öldürdüğü söylenmişti. Aradan geçen bunca yıla rağmen, katilin Oswald mı, yoksa başka biri mi, Oswald ise yalnız olup olmadığı tartışılır durur, eldeki deliller en ileri tekniklerle incelenir, bir türlü karar verilemez. Astrolog Dave Campbell ise, Kennedy ile Oswald’ın doğum tarihi, saati ve yerinden yola çıkarak meseleyi çözüyor: “Katil, Oswald ve tek başına”. Henüz bir adli astronomi kitabı yazılmamışken, onun “Adli Astroloji”si 2004’ten beri piyasada.
Gençlerimiz adli bilimlere çok meraklı. Adli Tıp Enstitüsü’ne başvuru sayısından bunu izliyoruz. Lütfen, “adli astrolog” olmaya kimse heveslenmesin.