Prof. Dr. Sevil ATASOY
Çocuktan al(ma) haberi
Parmak izi ve DNA gibi bilimsel deliller, giderek “Ben gördüm” ya da “Ben yaptim” benzeri söylemlerin yerini aliyor. Çünkü, hem görgü taniklarinin yanilabilecegini hem de insanlarin degisik nedenlerle, islemedikleri bir suçu üstlenebilecegini biliyoruz. Ancak sorusturmanin baslangicinda, sadece görgü taniklari varsa, üstelik bunlar çocuksa ne olacak?
01 Kasım 2012, Perşembe
Hatırlarsanız Haziran 2007’de Almanya’nın Ludwigshafen kentinde bir binada çıkan yangında 5’i çocuk 9 Türk ölmüştü. Yangının ardında aşırı sağcıların olduğu iddia edilmiş, ancak Alman makamları, kundaklama iddialarına dair delil bulamadıklarını açıklamışlardı. Yangın soruşturmasında, iki küçük görgü tanığının söyledikleri arasında çelişki olduğu iddia edilmiş ve değerlendirmeye alınmamıştı. Bu çocuklarla kim ya da kimler, hangi sırayla, ne zaman, hangi koşullarda, hangi teknikle görüştü? Çelişkinin gerçekten var olup olmadığı, bunların yanıtında yatıyor olabilir.
Çocukların anlattığına ne ölçüde inanılabileceği, asırların meselesidir. Kriminoloji tarihi, onların söylediklerine dayanılarak hapsedilen, hatta idam edilen, ancak yıllar sonra masum oldukları anlaşılan talihsiz kişilerin öyküleri ile doludur.
1980’lerde başlayan ve 90’ların ortasına kadar süren “çocuk yuvalarında cinsel istismar” histerisi ve satanik ayinlerde birilerinin öldürüldüğü, genç kızların intihara sürüklendiği paniğinin kaynağı, altı yıl süren ve hemen her gün dünyanın bir başka ucundaki gazetelerde haberleşen Kaliforniya’daki McMartin çocuk yuvası davasıdır.
Her şey, 12 Mayıs 1983 sabahı, bir kadının 2.5 yaşındaki oğlunu, yuvanın önüne bırakıp, çekip gidivermesiyle başlamıştı. Akşama doğru kadın çocuğunu almaya gelmiş, kocasından boşandığını, parasız kaldığını, diğer oğlunun beyin tümörünü anlatmıştı. Yuva sahipleri çocuğu yuvaya ücretsiz olarak kabul etmeye karar vermiş ve çocuğunu terkedip giden kadının bazı ruhsal sorunları olduğunu hiç akıllarına getirmemişlerdi.
İki ay kadar sonra kadın polisi aramış ve McMartin yuvasının sahibi bayan Virginia’nın torunu 25 yaşındaki Ray’in, oğlunu taciz ettiğini bildirmişti.
Durumu araştırmak üzere görevlendirilen bir kadın polis çocukla görüşmüş ve her aldığı yanıtı, annenin anlattıklarını destekler biçimde yorumlamıştı. Suçlanan genç, yatak odasında Playboy dergisinden kesilmiş bir kaç çıplak kadın fotoğrafı bulununca, tutuklandı. İzleyen bir yıl içinde yüzlerce çocuk, Los Angeles’teki Uluslararası Çocuk Enstitüsü uzmanları tarafından sorguya çekildi, muayene edildi ve bunlardan 360’ının cinsel tacize uğradığı sonucuna varıldı. Çocukların bir bölümü, sadece cinsel tacizle ilgili ayrıntı vermekle kalmadı, uçan cadılar gördüğünü, balonla havalara çıktığını, zorla yeraltı tünellerine sokulduğunu, bebeklerin ve kedilerin tuvalete atılıp üzerine su döküldüğüne tanık olduğunu anlattı. Aslında hepsi hayaldi.
Savunmanın bilirkişileri, çocukların, “Burana dokundu, değil mi? Canını acıttı değil mi?” gibisinden sorularla yönlendirildiğini, bu yüzden gerçek olmayan şeyleri, gerçekmişçesine anlattıklarını kanıtladılar. Ayrıca, muayeneler sırasında çekilen fotoğrafların hiç birinde cinsel taciz bulgusu yoktu. Yıllarını boşu boşuna cezaevinde geçiren Playboy meraklısı genç ile yuva sahibi annesi dahil, yirmi kadar zanlının tamamı beraat etti. Bugün, McMartin yuvasının bulunduğu yerde, yeller esiyor. Neden mi? Polis, arkeologları da yanına almış, günlerce bahçeyi ve binanın bodrumunu kepçelerle alt üst ederek, çocukların anlattığı ünlü karanlık tünelleri aramıştı da ondan.
McMartin davası tek örnek değil. Çocukların anlattıklarını sadece çocuk ifadelerinin güvenilirliği konusunda özel eğitim almış profesyoneller değerlendirmeli. Yoksa neyin hayal neyin gerçek, neyin söyletildiğini anlamak mümkün olmaz.
Prof. Dr. Sevil ATASOY