Uzm. Yelda ZENCİR
Dükkan size emanet…
02 Aralık 2015, Çarşamba
Bugünlerde kendimi huysuz ihtiyarlar gibi hissediyorum (gözüm unvanında değil sevgili Öztan).
Öfkeliyim, asiyim ve huzursuzum. Ben de isterdim yumruğumu havaya kaldırarak mümkün olan en yükseğe zıplayıp ‘‘işte biz buyuz’’ diye bağırmayı. Ama yapabildiğim başım önümde ‘‘işte biz buyuz, bu kadarız’’ diyebilmek.
Meslek gereği son dönemde bir anda girdi hayatıma iş güvenliği uzmanı kavramı. Yakınımda uzağımda çalışan, yeni mezun kim varsa bu kelimeyi telaffuz eder oldu. Kurslar açıldı sınavlar yapıldı. Yeni mezunlara iş kapısıdır dedim geçtim. Hiç kurcalamadım o tanımın gerçekçiliğini. Ta ki 13 Mayıs 2014’ e kadar.
Dünyada ve bizde iş sağlığı ve güvenliği kavramına olan ihtiyaç ilk olarak kömür madenciliği ile doğmuştur. Osmanlı döneminden bugüne bu konuda birçok kanun çıkarıldı. En son hali 2012 yılında yürürlüğe girdi. Çeşitli esnekliklere sahip olmak ile beraber 2014 Ocak ayından itibaren bu iş “zorunludur, uymayanlara büyük ceza” dendi. İşte bu tarihten itibaren bir telaştır gidiyor. Ceza, zorunluluk, kapın oradan bir iş güvenliği uzmanı. Bizde bir kavramın başına zorunlu kelimesini getirdiğiniz anda o tanım hem maddi hem de manevi anlamda değerini yitiriyor. Bu tarihe kadar yok muydu böyle bir meslek. Tabi ki vardı. Hem de görevlerini hakkıyla yerine getiren ve yaptığı iş karşısında ciddi paralar kazanan.
Bu konuda detaylara, tanımlara hiç girmeyeceğim. Merak eden varsa o kadar çok bilgi var ki. Ben sadece beni, bizi, kaderleri denilenleri ilgilendiren birkaç kavrama dikkat çekeceğim. 3 gruba ayrılmış işyerleri: Az tehlikeli, tehlikeli ve çok tehlikeli. 3 tip iş güvenliği uzmanı belirlenmiş. A sınıfı, B sınıfı ve C sınıfı. Çok tehlikeli yerler A sınıfı, tehlikeli yerler B sınıfı, az tehlikeli yerler ise C sınıfı iş güvenliği çalıştırmak zorundadır.
Nasıl iş güvenliği uzmanı olunur? Öncelikle çırak olarak adlandırılan C sınıfı olarak başlamak gerekiyor. Bakanlıkça onaylanmış eğitim kurumlarından 180 saat teorik, uygulama kısmı ise 40 saat olan bir eğitim almanız gerekiyor. Daha sonra bakanlıkça yapılan sınavda başarılı olursanız C sınıfı iş güvenliği uzmanı olmaya hak kazanıyorsunuz. C sınıfı iş güvenliği uzmanlığı belgesiyle en az üç yıl fiilen görev yaptıktan sonra yapılan sınavda başarılı olursanız kalfa yani B sınıfı iş güvenliği uzmanı oluyorsunuz. B sınıfı iş güvenliği uzmanlığı belgesiyle en az beş yıl fiilen görev yaptıktan sonra ki sınavı da verirseniz artık usta yani A sınıfı iş güvenliği uzmanı oluyorsunuz. Özetle çırağın usta olması için 8 yıla ihtiyaç var. Her şey mantıklı mı? Mantıklı! 8 yıl bu işe gönül vermiş birine hem canınızı hem malınızı emanet eder misiniz? Gözüm kapalı.
Yaklaşık bir yıl içerisinde sayısı 90.000 civarında C sınıfı iş güvenliği uzmanımız oldu bir anda. Sonra dendi ki bizim yeterli A sınıfı iş güvenliği uzmanımız yok. 8 sene bekleyecek vaktimiz de yok. Demokrasilerde çare tükenmez. Bir sınav yapılmasına karar verildi. Bu sınavı geçen çırakların kalfalığı da atlayarak usta olmasına karar verildi. Yeni C sınıfı iş güvenliği uzmanı olmuş insanlar 3-4 ay sonra bir sınava tabi tutuldu ve başarılı olanlar A sınıfına atladılar birden aniden.
Diğer taraftan maaşı işveren tarafından ödenen uzmanların işvereni denetleyerek işyerini hizaya sokması istendi. Şimdi ben yazacağım siz gözünüzde canlandıracaksınız. Ben tıfıl, patronun karşısına dikilip (patron olarak kodamanlardan birini gözünüzde canlandırın), ‘‘ey patron! Yerdeki kablolar çalışma arkadaşlarımın güvenliğini tehlikeye atıyor ya buna bir çözüm bulursun ya da seni devlete şikayet ederim’’ diyeceğim. Maaş günü ise daha sevecen bir tavırla oralarda olacağım. Bu verdiğim en masum örnekti. Bu diyalog tehlikeli sınıf işyerleri yani maden ocakları gibi yerler için çok daha insan sağlığını ilgilendirecek hayati boyutta olacaktır. Her düzeltilmesi gereken durum ekstra maliyet demek. Ve bunu size düzelt diyen kişi ise sizin maaşlı elemanınız. Gözünüzü açabilirsiniz.
Oysa gönül isterdi ki bedel ödeme korkusu ile değil de doğru olduğuna inandığı için var olsaydı bu süreçte işveren, oysa gönül isterdi ki gelir kaynağı olarak gördüğü için değil de olması gerekenin bu olduğuna inadığı için diretseydi devlet, oysa gönül isterdi ki hak ettiği değeri görseydi bu milet.
“Çizmelerimi çıkarayım mı?’’…