Uzm. Yelda ZENCİR
İki ucu sihirli değnek ...
İnsanoğlu dünyaya gelip ayakları üzerine kalktığı andan itibaren doğayı keşfetmeye başlar. İlk öğrendiklerinden biri de yaşam için gerekli olan en temel elementin oksijen olduğudur. Oksijenin tek başına yarattığı mucizelerin ötesinde, gerçekleştirdiği flörtler sonucu ortaya çıkan ürünler de hayal gücümüzü zorlayacak niteliktedir.
Antik çağlardan beri insanlar fırtına sonrası havanın açılıp tertemiz olduğunun ve ortamda kendine has kokusu olan bir gazın varlığının farkına varırlar. Homeros’ un ünlü İlyade ve Odyssea adlı destanlarında bile bu kokudan bahsedilmiştir. Daha sonraki yüzyıllarda bu kokunun ozona ait olduğu bulunmuştur. Atmosferin üst katmanlarında UV ışınları, alt katmanlarında ise yıldırım çakması sonucu oluşan elektrik arkının oksijeni parçalaması ile oluşan ozon, havanın temizlenmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır.
Aslında ozonu tam olarak kişilik bozukluğu olan bir insana benzetebiliriz. Bir taraftan insanların katili diğer taraftan yaşamımızı devam ettirebilmemiz için vazgeçilmez bir madde. Güneş ışınları içerisinde yer alan ve yoğun enerjili morötesi olarak bilinen ışınların dünyamıza ulaşması canlı varlıklar için öldürücü bir durumdur. Bu morötesi ışınların büyük bir kısmı atmosferde bulunan ozon tarafından emilir. Havamızı temizleyip bizi kötü ışınlardan korumasının yanı sıra ozon çok kuvvetli bir yükseltgendir. Altın ve platin dışında tüm metaller ozondan etkilenerek okside olurlar. Selüloz ve iplik endüstrisinde ağartıcı olarak, sularda dezenfeksiyon amaçlı, petrol endüstrisinde ise kükürt uzaklaştırmak için kullanılır.
Oksijenin kendine eş olarak hidrojeni seçmesi ile ortaya çıkan bir diğer mucize, asi çocuk oksijen hidrid yani hayatımızın ikinci vazgeçilmez temel unsuru olan sudur. Suyun asi olarak adlandırılması yeryüzünün en kural dışı bileşiği olmasından kaynaklanır. Her element Mendeleyev çizelgesinde belli bir düzene göre yer alır ve bu düzene göre de her hareketleri önceden kestirilebilir. İşte suyun kural tanımazlığı bu noktada başlamaktadır. Periyodik tabloda 6. Grup elementlerin hidrojen ile yaptıkları bileşiklerin (H2S, H2Se, H2Te, H2O) kaynama ve donma noktaları değerlendirildiğinde su için beklenen kaynama noktası -80°C iken su 100°C’ de kaynamaya başlar. Yine periyodik tablo kurallarına göre -100°C’ de donması gereken su 0°C’ de donar. Bir diğer bilinen gerçek ise bir maddenin katı halinin yoğunluğu sıvı halinin yoğunluğundan daha büyüktür. Bunun sonucunda beklenen, bir bardak su içerisine bir parça buz atıldığında buzun dibe batmasıdır. Her katı erirken genleşmeye başlar, hacmi büyür. Oysa su donunca hacmi kendinden büyüktür. Buzun erimesi ile oluşan su farklı bir davranış gösterir. Erirken hacmi küçülür ancak sıcaklık artığı zaman genleşme başlar. Bildiklerimize, öğrendiklerimize kafa tutar yani! Buz erirken o muhteşem kristal yapısı da bozulur, moleküller birbirine yaklaşır ve +4°C’ a kadar hacim küçülmesi gerçekleşir. Kristal yapı +4°C’ de tamamen bozulur ve yoğunluk bu sıcaklıkta en fazladır.
Gelelim su için iki ucu sihirli değnek olayına. Bu su dediğimiz “büyülü” madde yüzeyden donmaya başlar. Buz ile su arasındaki bu sıradışı davranış sonucunda çok soğuk havalarda göllerin ve ırmakların sadece üst kısımları donar. Yüzey kısımda oluşan buz tabakasının altındaki suyun içinde, canlılar yaşamlarını bir biçimde sürdürür. Buz, suyu “mavi” bir yorgan gibi örter. Bu muhteşem sıradışılık kaptanın gözünden kaçar ve Titanik buzun hışmından kurtulamaz. O’nu o “mavi” yorganın altındaki serin sularda uykuya çeker. Su uyur...