Araştırma
Mutlak Sessizlik Bir İllüzyon mu? Beynimiz Neden Sessizliği "Gürültüye" Çeviriyor?
İnsanlık tarihi boyunca gürültüden kaçtık. Şehirlerin kaosundan, trafiğin uğultusundan ve modern yaşamın bitmek bilmeyen bildirim seslerinden uzaklaşmak için "sessiz" yerler aradık. Ancak bilim dünyasının vardığı son nokta, aradığımız o "mutlak sessizlik" halinin aslında biyolojik bir illüzyondan ibaret olduğunu gösteriyor. Dünyanın en yalıtılmış odasına, uzayın derinliklerine veya yerin kilometrelerce altına da gitseniz, asla tam bir sessizlik deneyimleyemezsiniz. Çünkü sessizlik dışarıda sağlanabilse bile, içeride, yani kendi bedeninizde ve zihninizde asla susmayan bir orkestra vardır.
Bu makalede, mutlak sessizliğin neden fiziksel ve nörolojik olarak imkansız olduğunu, beynin sessizliğe verdiği şaşırtıcı tepkileri ve "hiçbir şey duymadığımızda" aslında neleri duymaya başladığımızı derinlemesine inceliyoruz.
1. Dış Dünya Sustuğunda, İç Dünya Konuşmaya Başlar
Mutlak sessizliğin imkansızlığının ilk nedeni tamamen fizyolojiktir. Kulaklarımız sadece dış dünyadan gelen ses dalgalarını toplamakla kalmaz, aynı zamanda vücudumuzun içindeki titreşimlere de duyarlıdır. Normal bir günde, ofis gürültüsü, rüzgar sesi veya konuşmalar, vücudumuzun kendi ürettiği düşük desibelli sesleri maskeler. Bu duruma "işitsel maskeleme" denir. Ancak dış gürültü ortadan kalktığında, bu maske düşer ve sahne vücudun kendisine kalır.
Dünyanın en sessiz yeri olarak bilinen ve Minnesota'daki Orfield Laboratuvarları'nda bulunan "Yankısız Oda"da (Anechoic Chamber) yapılan deneyler bu durumu kanıtlamıştır. Bu odada arka plan gürültüsü eksi desibellere (-9.4 dBA) kadar düşürülmüştür. Bu odaya giren insanlar, birkaç dakika içinde şaşırtıcı bir deneyim yaşarlar:
-
Dolaşım Sisteminin Sesi: İlk duyulan ses genellikle kalp atışıdır. Sessizlik derinleştikçe, kulaklarınızdaki kılcal damarlardan geçen kanın akışını, adeta bir nehrin şırıltısı veya yüksek bir uğultu gibi duymaya başlarsınız.
-
Solunum ve Sindirim: Nefes alıp verişiniz fırtına gibi gelir. Midenizin çalışması, bağırsak hareketleriniz ve hatta yutkunurken boğazınızdaki kasların sürtünmesi bile duyulabilir hale gelir.
-
İskelet Sistemi: Eklemlerinizin hareketi, omurganızın duruşu sırasında çıkan gıcırtılar bile işitilebilir.
Yani, sessiz bir odada aslında "sessizliği" dinlemezsiniz; kendiniz "ses" olursunuz. John Cage adlı ünlü bestecinin de dediği gibi: "Boş bir alan yoktur, sessiz bir alan hiç yoktur."
2. Nörolojik "Gain Control": Beynin Sesi Açma Mekanizması
Fizyolojik seslerin ötesinde, sessizliğin asıl bozucusu beynimizin ta kendisidir. İnsan beyni, sürekli veri akışına ve uyaranlara göre evrimleşmiştir. İşitsel sistemimiz, hayatta kalmak için çevreyi sürekli tarayan bir radar gibidir. Girdi (ses) kesildiğinde, beyin bu durumu "güvenli bir sessizlik" olarak değil, bir "sinyal kaybı" veya "potansiyel tehlike" olarak algılar.
Bu noktada devreye "Gain Control" (Kazanç Kontrolü) adı verilen nörolojik bir mekanizma girer. Bunu eski bir radyonun ses düğmesine benzetebiliriz. Radyoda yayın (sinyal) zayıfladığında, duymak için sesi sonuna kadar açarsınız. Sesi açtığınızda ise yayını değil, arka plandaki "hışırtıyı" (statik gürültüyü) duymaya başlarsınız.
Beynimiz de sessiz ortamlarda aynısını yapar. Dışarıdan ses gelmediğinde, işitsel korteks hassasiyetini maksimum seviyeye çıkarır. Nöronlar arasındaki en ufak elektriksel aktiviteyi, sinaptik ateşlemeleri ve sinir sisteminin kendi "dip gürültüsünü" yakalar ve bunları ses olarak yorumlar. Sessiz bir odada duyduğunuz o ince "tıs" sesi veya yüksek frekanslı çınlama, aslında kendi sinir sisteminizin çalışma sesidir. Beyniniz, boşluğu doldurmak için kendi gürültüsünü yaratmaktadır.
3. Tinnitus (Kulak Çınlaması) ve Sessizliğin İlişkisi
Bu nörolojik süreç, günümüzde milyonlarca insanın yaşadığı Tinnitus (kulak çınlaması) durumunu anlamak için de kilit öneme sahiptir. Tinnitus genellikle kulaktaki hasardan kaynaklansa da, tamamen sağlıklı bireyler de aşırı sessizlikte "geçici tinnitus" yaşarlar.
1953 yılında Heller ve Bergman tarafından yapılan klasikleşmiş bir deneyde, hiçbir işitme sorunu olmayan 80 üniversite öğrencisi ses yalıtımlı bir odaya yerleştirilmiştir. Beş dakikalık sessizliğin ardından öğrencilerin %93'ü "vızıldama, çınlama, uğultu veya ıslık sesi" duyduklarını rapor etmişlerdir.
Bu sonuç, "sessizliğin sesi" dediğimiz şeyin aslında beynin nöral aktivitesi olduğunu kanıtlar. Beyin, duyusal yoksunluk (sensory deprivation) durumunda halüsinasyon görmeye/duymaya başlar. İşitsel korteksteki nöronlar, dışarıdan uyarılmadıklarında rastgele ateşlenmeye (spontaneous firing rate) devam ederler ve beyin bu rastgele sinyalleri anlamlı bir ses kalıbına sokmaya çalışır. Sonuç; hiç bitmeyen o ince çınlamadır.
4. Evrimsel Açıklama: Neden Sessizliği Sevmiyoruz
İnsanların tam sessizlikte neden huzursuz olduğu, hatta paniklediği sorusunun cevabı evrimsel geçmişimizde saklıdır. Doğada "mutlak sessizlik" nadiren hayra alamettir. Ormanda kuşların susması, böceklerin sesinin kesilmesi genellikle "yaklaşan bir avcı" olduğuna işarettir.
Atalarımız için sessizlik, "tetikte ol" emriydi. Bu yüzden beynimiz sessizliği dinlendirici değil, tehditkar bulmaya programlanmıştır. Bugün bile çok sessiz bir evde uyuyamamızın, arka planda bir fan sesi, televizyon sesi veya "beyaz gürültü" (white noise) aramamımızın sebebi budur. Beynimiz, "Ben buradayım, hayat devam ediyor" diyen bir arka plan gürültüsüne ihtiyaç duyar.
5. Sonuç: Gürültü, Yaşamın Kanıtıdır
Sonuç olarak, "mutlak sessizlik" fizik kuralları ve biyolojimiz gereği ulaşılmaz bir hedeftir. Dış dünyayı tamamen susturmayı başarsanız bile, kendi varlığınızın sesi – kanınızın akışı, sinirlerinizin elektrik akımı, kalbinizin ritmi – o boşluğu dolduracaktır.
Belki de bu korkutucu değil, büyüleyici bir durumdur. Çünkü duyduğumuz o "iç gürültü", aslında canlı olduğumuzun, sistemimizin çalıştığının ve beynimizin hala aktif olduğunun en net kanıtıdır. Sessizlik yoktur; sadece henüz duymadığımız frekanslar vardır.
Kaynakça:
- Pubmed.com
- Frontiersin.org
- Shinning Science





