Haberler
Ölümcül virüsler geri döndü
Tıbbi araştırmaların ilerlemesi, aşıların ve tedavilerin geliştirilmesi sayesinde, bu virüslerin çoğunu: Polio, Kızamık ve Çiçek hastalıklarındaki gibi etkili şekilde önlenebilir, iyileştirilebilir veya yönetebilir hale getirebiliriz.
Bununla birlikte, modern dünyada bile, karmaşık bilimsel ve tıbbi teknolojinin bize ulaşması durumunda, bizi test etmeye devam eden bazı virüsler hâlâ var. Clinell Direct, bilim adamlarının ve doktorların bulmaya çalıştığı 6 en ölümcül virüs hakkında ayrıntılı bilgiyi sizler için hazırladı.
Marburg Virüsü: Almanya'da görülmeye başlanan virüs ile 1.377 kişi hayatını kaybetmiştir. Bilim insanları aşı tedavisinin olmadığını söylemektedirler. Virüse yakalanan kişinin ölme olasılığı %24 ile %88'dir.
Ebola: Sudan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde ortaya çıkmış ve 11.315 kişinin ölümüne yol açmıştır. Aşı tedavisinin şu an mümkün olmadığını fakat yakın zaman bu konuda önemli gelişmeler yaşanacaktır.
Kuduz Hastalığı (Rabies): En çok Asya ile Afrika da görülmekle birlikte tüm dünyada rastlanır. Geç kalınmadığı takdirde tedavisi yapılabilmektedir. Bu virüsten ötürü yılda ortalama 26 ila 55 bin kişi hayatını kaybetmektedir.
H.I.V: En çok Batı Afrika'da görülmekle birlikte ve tüm dünyada rastlanır. 34 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. Hastalığa yakalanan kişi ömür boyu tedavi görmezse hayatını kaybeder.
Çiçek Hastalığı (Smallpox): İlk olarak erken uygarlık olan Hindistan ve Mısır da görülmüştür. Bu zamana kadar 300- 500 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. İlk başlarda tedavisi yokken sonraları çiçek aşısı geliştirilmiştir.
Grip (Influenza): Antik Yunanistan'da ortaya çıkmıştır. Dünya çapında yılda 500.000 kişi gripten ötürü hayatını kaybetmektedir.
Hiç kimse nereden ve tam tamına ne zaman geldiği konusunda kesin bir şey söyleyemiyor. Tek bilinen Kara Afrika'nın ormanlarında doğduğu... 1976-1999 yılları arasında Zaire, Sudan, Gabon ve Uganda'da binlerce kişinin ölümüne yol açan Ebola virüsü bir süredir sessizliğini koruyordu. Hatta, iyimser bir görüşle, hastalığın kökünün kazındığı düşünülüyordu. Ta ki, geçen yıllarda Kongo'da yeniden ortaya çıkıp, bir hafta içinde 120 kişinin ölümüne yol açıncaya kadar... Çünkü, virüsler ne yazık ki tam anlamıyla ortadan silinmiyorlar. Doğa, varlıklarını sürdürmek için onlara her zaman geniş olanaklar sağlıyor. Bir süre için geri çekiliyorlar ve elverişli koşulların belirmesiyle birlikte yeniden ortaya çıkıyorlar. Üstelik, günümüzün gelişkin kitle ulaşım araçları sayesinde, bir noktadan diğerine çok kısa sürede ulaşabiliyorlar. Oysa geçmişte, virüsler sadece orduların hareketliliğine göre yayılıyorlardı. Örneğin, M.S. 162 yılında Roma İmparatoru Marcus Aurelius, Doğu seferinden Roma'ya kızamık mikrobuyla birlikte dönmüştü. Bir asır sonra Roma lejyonlarının Avrupa'ya taşıdıkları hastalığın adı "kızıl"dı. 1346 yılında, Kırım'dan gelip İtalya kıyılarına demir atan geminin ambarları veba mikrobu taşıyan farelerle doluydu. Virüsler hep bu güzergâhı izlemedi. Zaman zaman Avrupa'dan başka kıtalara da hastalıklar yayıldı. 1495 yılında Amerika kıtasına ayak basan Kristof Kolomb, beraberinde yeni kıtaya frengi mikrobunu taşıdı. İspanyol fatihlerin Latin Amerika'ya taşıdıkları kızıl, kızamık, tifo ve grip gibi hastalıklar, bu kıtanın yerli halkından Meksika'da 3 ile 24, Peru'da 1 ile 8 milyon kişinin hayatına mal oldu. Yine beyaz gezginlerin aracılığıyla Çin'e ulaşan grip salgını, milyonlarca kişiyi kırıp geçirdi.
Günümüzde virüslerin bir noktadan diğerine ulaşmaları için orduların seferlerine ya da gezgin maceraperestlere gerek yok. Her gün tam 1,4 milyon insan kıtalararası seyahat ediyor ve virüsleri dünyanın her bölgesine taşıyor. Böylece, tropikal ormanların içinde yıllarca sıkışıp kalmış olan bazı virüsler, onlara karşı hiçbir bağışıklık sistemine sahip olmayan insanların yaşadığı topraklara ulaşıyorlar. İnsanlık da gittikçe artan ulaşım ağı sayesinde, bugüne kadar hiç bilmediği virüslerle tanışıyor. İşte tipik bir örnek... "Oropouche" virüsü, ilk kez 1960 yılında bir tesadüf sonucu Brezilya'nın başkenti Brazilia ile Belem kenti arasındaki otoyolda ezilmiş bir maymunda saptandı. Bir yıl sonra, Belem kentinde bu virüsün yol açtığı bir salgın göründü ve tam 11 bin kişi öldü. Amazon ormanındaki bir maymunda saptanan virüs, kuzeydeki bir kente nasıl ulaşmıştı. Sonunda olay açıklığa kavuştu. Virüs, kente hindistancevizi taşıyan kamyonlardaki sinekler aracığıyla gelmişti. Bir başka örnek yine Latin Amerika'dan. Bundan birkaç yıl önce, Arjantin hükümeti, pampanın bazı bölgelerine mısır ekilmesini kararlaştırdı.
Mısır tarlalarıyla birlikte "Calomys musculinus" türü farelerin sayısı da arttı. Tabii farelerle birlikte, kanamalı Arjantin ateşi hastalığına yol açan "Junin" virüsünün nüfusu da... Nitekim birkaç yıl içinde bu hastalığın yayıldığı alan tam 7 misli büyüdü. Bugün yılda 450 bin kişi bu ateşli hastalığa yakalanıyor. Amerikan Doktorlar Enstitüsü'nün uzmanlarına göre, yeni ekim alanlarının açılması, otoyol ve yol yapımının yaygınlaşması, son yıllarda sayıları iyice artan yapay göller, virüslerin ve hastalıkların yayılmasında çok önemli bir rol oynuyor. Ama ne yazık ki, bütün bu projeler hayata geçirilirken, kesinlikle çevredeki sinekler ve onların taşıyabileceği hastalıklar konusunda en küçük bir inceleme bile yapılmıyor.
Bir kez doğal yuvalarından çıktıktan sonra, bu virüsler hızla yayılmaya başlıyorlar. Halk arasında kaplan sineği adı verilen "Aedes albopictus" birçok virüs için ideal bir ulaşım aracına dönüşüyor. Uzmanlara göre, bu sinek deng, Potosi, Xingu ve Fort Sherman hastalıklarının etkeni olan virüsleri kolaylıkla bir yerden diğerine taşıyabiliyor. Bu sinek, son yıllara kadar sadece Asya'da görülüyordu. 1972'de Tokyo'dan gelen bir şilep aracılığıyla ABD'ye ulaştığı sanılıyor. Günümüzde, bu sineğe Avrupa'nın birçok gölünde rastlanıyor. 1998'de Fransa ve İtalya'da deng hastalığına rastlandı. Yine gemi aracılığıyla Avrupa'ya gelen bir başka virüs ise, Seul virüsü... Daha çok farenin sırtındaki tüylerin arasında yaşayan bu virüs, kanamalı ateşe yol açan Hantaan virüsünün Asya versiyonundan başka bir şey değil...
Virüslerin bir başka yayılma yöntemi de kan nakilleri ve hemofili hastalarının kullandığı malzemeler. AIDS virüsünün Japonya'ya bu yolla geldiği sanılıyor. Hepatit hastalığının yayılmasında kan nakli çok büyük bir yer tutuyor. Yine İtalyan Sağlık Bakanlığı, 1992'de Siena kentine getirilen 8 laboratuvar maymunundan birinde Ebola virüsüne rastlandığını açıkladı. Bugün birçok Avrupa ülkesinde, 1990 yıllarında yeni doğan çocuklara verilen kanlar nedeniyle, bu kuşakta hepatit hastalıklarının hayli yaygın olduğu belirtiliyor. Tehlike bu kadarla da sınırlı değil. Virüsler, çoğu zaman cesetlerin hormonlarında, kornealarında ve dokularında belli bir süre daha varlıklarını koruyabiliyorlar. Bu cesetler üzerinde çalışmalar yapan adli tıp doktorları, stajyer öğrenciler ve araştırmacı eczacılar her an hastalığa yakalanma riskiyle karşı karşıya bulunuyorlar.
Ancak asıl tehlike, artık yeryüzünden tamamen silindiği düşünülen bazı virüs hastalıklarının geri dönmesi. California Vadisi'nde, 1950 yılından bu yana sıtmaya rastlanmıyordu. 1990'da ise, tam otuz ailede sıtma hastalığı saptanmış. Yine Asya'dan gelen bir denizcinin taşıdığı sıtma mikrobu yüzünden, Nevada'da 35 izci ve bir o kadar da turist bu hastalığa yakalanmış.