Sol elini kullananlar daha mı zeki?
Sol elini kullanan kişilerin daha zeki olduklarına dair bugüne değin pek çok şey yazılıp çizildi. Bilim dünyasındaki tartışmalarda konuyla ilgili iki güçlü varsayımdan ilki “bilişsel kalabalık kuramı”. Biliyoruz ki beynin sol yarım küresi dil ve sözel becerilerde baskınken, sağ yarım küresi daha çok matematiksel ve uzamsal (mekânsal) becerilerde söz sahibi. Sol el hareketlerini beynin sağ küresinin, sağ el hareketlerini ise sol küresinin yönettiğini düşünecek olursak bilişsel kalabalık kuramı solakların uzamsal ve matematiksel becerilerde daha düşük performans göstermelerini öngörüyor. Çünkü bu yetenekleri kontrol eden sağ yarım küre aynı zamanda sol el hareketlerinin de yönetildiği merkez. Yani etkinliği ikiye bölünmüş oluyor. Oysa sağ elini kullananların el hareketlerini sol yarım küre yönetiyor ve sağ yarım kürenin özelleştiği matematiksel yeteneklerde daha başarılı oluyorlar. İkinci varsayımsa her iki elini de kullanabilenlerin matematiksel becerilerinin daha yüksek olduğunu, çünkü matematiğin sol (dilsel) ve sağ (mekânsal) yarım küreler arasındaki etkileşimi gerektirdiğini söylüyor. Her iki eli kullanabilme becerisininse genelde solaklarda olduğuna dikkat çekerek, solakların matematiksel becerilerinin daha güçlü olduğunu savunuyor. Araştırmaların çoğu ikinci kuramı, yani solakların matematiksel becerilerde daha başarılı olduklarını desteklemekte. Ancak yine de konu hakkında ortaya atılan her bulgu daha fazla araştırmaya gereksinim duyulduğunu vurgulamaya devam ediyor.
Stresle başedebilir miyiz?
Günlük hayat sırasında stres uyandıran pek çok olayla karşı karşıya geliyoruz. Stresle başa çıkma, kendi kaynaklarımızı aşan bu içsel ve dışsal taleplerin üstesinden gelebilmemiz olarak tanımlanıyor. Davranışsal, duygusal ve motivasyonel yanıtlarımızın tümüyse bizim stresle başa çıkma yollarımızı oluşturuyor. Bilimsel yaklaşımda iki farklı “başa çıkma stratejisi”nden bahsediliyor. İlki, “problem odaklı başa çıkma”. Bu stratejide insanlar stres kaynağını dolaysız, fiziksel davranım ya da gerçekçi sorun çözme aktiviteleriyle yenmeye çalışıyorlar. Tehdit edici unsuru yok etme ya da zayıflatma, kaçma ya da gelecekteki stresi önleme bu stratejideki yanıtlardan yalnızca birkaçı. “ Duygu odaklı başa çıkma” stratejisinde ise stres kaynağı değiştirilmiyor ancak kişi bu stres varlığında kendisini daha yi hissettirecek aktivitelere yöneliyor. Örneğin, kaygıya karşı ilaç kullanma, rahatlama egzersizleri, psikoterapi bu stratejinin içinde yer alan yöntemler. Uzmanlar, stresle etkili bir şekilde başa çıkabilmek için kişisel kaynakların algılanan sorunla eşleşebilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu yüzden de kişi deneyim yoluyla ne kadar çok yöntem geliştirirse, stresle başa çıkabilme başarısı da o denli artıyor.
Şimdiki çocuklar hızlı mı büyüyor?
Şimdiki çocuklar büyümüş de küçülmüş gibiler adeta...” Çoğu zaman bizim de dilimize dolanan bu klişe acaba cidden gerçek mi? Zamane çocukları daha mı çabuk büyüyorlar?
Yapılan son araştırmalar öyle gösteriyor ki bu inanç yalnızca genel sosyal görüşümüz değil, aynı zamanda bilimsel bir gerçeği de yansıtıyor. Ergenliğe giriş yaşının giderek küçüldüğüne dikkat çeken araştırmacılar bunun nedenleri hakkında da bir takım varsayımlar üretiyorlar. Bu varsayımlar genellikle günümüz yaşam koşulları ve ergenlik arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.
Ekolojist Sandra Steingraber’a göre özellikle de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gençlerin televizyon ve bilgisayar başında çokça zaman geçirmeleri melatonin hormonu salgılarını azaltıyor. Salınımı beden hareketleriyle ilişkili olan bu hormon biyolojik saatimizin düzenlenmesinde görev alıyor. Bu noktada melatonin hormonunun ergenliği bastırıcı bir etkisinin olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Bu hormon seviyesi azaldığında vücut kendisini ergenliğe hazırlıyor. Dolayısıyla değişen yaşam koşullarıyla az melatonin salgılayan gençler ergenliğe daha çabuk giriyor. Beden hareketini azaltan tek etmen televizyon ve bilgisayar değil elbette. Çocukluk obezitesi (aşırı kilo) de benzer sebepten erken yaşta ergenliği tetikleyebiliyor.
Susuzluk mu yoksa açlık mı önce öldürür?
Su, başlıca üç yolla kaybediliyor: idrar, terleme ve nefes alıp verme.
Yetişkin bir kişide bu kaybın dengelenmesi için, günde 2-3 litre su alınması gerekiyor. Sağlıklı bir vücutta 50 litre su var. Su kaybından (dehidrasyon) ölüm, 3-5 günlük süre içinde vücut sıvısının yüzde 20’lik bölümünün yitirilmesiyle gerçekleşiyor. Dehidrasyon tüm organ sistemini etkiliyor: Kan koyulaşıyor, akciğer enfeksiyona karşı dayanıksızlaşıyor, kalpte ritim bozukluğu gelişiyor ve böbrekler, kandaki toksinleri atamaz hale geliyor. Açlıktan ölüm daha uzun sürüyor, yeterli sıvı alınırsa aylar sürebiliyor. Çünkü, günlük ihtiyaca oranla vücudun depoladığı besin miktarı daha fazla. Karaciğerdeki glikojen deposu tükendikten sonra, vücut adipoz dokularda depolanan yağı kullanılıyor. Bu da bittiğinde, kaslar, bağdoku ve hatta kemiklerdeki enerjiye geçiliyor. Vücut açlığa, ihtiyaç duyduğu kalori miktarını düşürerek tepki veriyor. Bu nedenle hızlı kilo vermek isteyenlerin diyetleri başarılı sonuç vermiyor