Prof. Dr. Nazan Apaydin DEMIR
OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA PARFÜM SANATI (MİSKÇİLİK)
Mesela kız görmeye gittiğinizde şayet mevsimi ise vazo içerisinde taze beyaz zambak, mevsimi değilse; billur şişeler içinde zambak kokusu götürülmesi buna örnek olarak verilebilir. Bu vazodaki beyaz zambağın ya da billur şişedeki büyüleyici kokunun anlamı; “Allah’ın emriyle kızınıza talibiz” demektir.
Burada akla “Neden beyaz zambak?” sorusu gelebilir. Bu çiçeğin seçilmesinin nedeni Osmanlıda ve sonrasında temizliğin ve saflığın beyaz zambak ile ilişkilendirilmiş olmasıdır. Anadolu’da halen bugün bile beyaz bir ten ya da çok iyi yıkanmış bir çamaşır “zambak gibi” deyimi ile ifade edilir. Bu zambak eşliğindeki ziyaret esnasında gelen gül şerbeti eğer karanfilli geliyorsa “Bizce de uygun, kızımızı isteyin” demektir. Yani çiçekler ve kokular bir alfabenin harfleri olarak da görülebilir.
Toplum, özellikle evlilik ve gönül işlerinde sessiz ve çok zarif bir lisan geliştirmiştir. Ama kokunun etkisini ve kullanım alanını bununla sınırlandırmak mümkün değildir. Gerek üretimi, gerek ticareti ve gerekse yaygın kullanım alanı ile bu çok büyük getirisi olan bir pazardır aynı zamanda. Şayet gül şerbeti sade geliyorsa “Bizim rızamız yok” demektir. Özelliklede hat sanatçılarının, mürekkep içine yazdıkları hata göre bazen gül, bazen misk, bazen de amber kullanılması adettendir. Yine bir evin penceresinde kırmızı çiçek olması o evde gelinlik çağına gelmiş bir kız olduğuna; sarıçiçek olması ise o evde hasta olmasına delalettir. Osmanlı’da buluğ çağına gelmiş kızlar görücüye çıkmak istediklerinde erguvan kokusu kullanıldığı bilgisi de bugünlere kadar ulaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda koku kültürüne dair arşivler tutulmuştur. Çeşm-i Bülbül’lerden, tombaklardan yapılan ilk lüks parfüm kaplarıyla koku günlük hayata girmiş ve tarih dönemlerini bile güzel koku isimleriyle anmayı tercih etmiştir. Geleneksel Osmanlı parfümleri teknik olarak kokulu sular, kokulu yağlar ve galiye gibi özel kokulu macunlardan ibaret. Kolonya gibi alkol içerikli kokular ise 19cu yüzyılın son çeyreğine dek Osmanlı parfümcülüğünde hiç yer almamıştır.
Osmanlı parfümleri denilince ilk akla gelen buhur suyudur. Buhur suyunun terkibine ve hazırlanışına ilişkin kayıt ise Topkapı müzesi arşivinde bulunan 1708 tarihli Çamaşırcı Başı Yusuf ağanın defterinde yer almakta. Bu kâğıda göre Padişah Çamaşırcı Başı tarafından sunulan buhur suyunu kabul ettiğinde 15 Altın Çamaşırcı Başına biner akçe de diğer yoldaşlara ihsanda bulunurdu. Bazı kaynaklar buhur suyunun saray dışında imal edilmediği ve halk arasında bilinmediği yalnızca sarayda imal edilip hükümdar devlet ricali ve saray erkânına dağıtıldığını yazsa da bu ifade gerçeği yansıtmamaktadır.
1640 tarihli Es-ar defterinde ve Evliya Çelebi seyahatnamesinde buhur suyunun İstanbul’daki misk satıcılarında ve gülsuyu esnafında bulunduğu halka satıldığı görülüyor.
Osmanlıda sıkça bahsi geçen diğer bir koku da gülsuyudur. İslam inanışında Hz. Muhammed’in teri olarak kabul gören gül, aynı zamanda bu coğrafyanın en önemli kokulu çiçeklerinden biridir. Bu durum gülsuyu ve gülyağının değerli bir meta olmasına yol açmıştır. Gülsuyu, Osmanlı geleneklerinde de önemli bir yer teşkil etmiştir. Hem yabancı devlet elçisine, hem de ziyarete gelen bir komşuya gülsuyu ile birlikte buhur ikram edilir. Bununla beraber Mevlit gibi dini toplantılarda, hac karşılamalarında konukların ellerine gülsuyu serpme âdeti vardır. Yeni yapılan ya da onarılan camilerin ibadete açılmadan önce gülsuyu ile yıkanması, gül kokusunun İslam dinindeki ayrıcalığı göstermesi bakımından önemlidir. Gülsuyu Osmanlı mutfağına güllaç, su muhallebisi, güllabiye ve şerbetlerle girerken cilt ve göz hastalıklarına karşı da ilaç olarak kullanılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda Koku Kültürünün Diğer Ögeleri
Osmanlı’da gül dışında, misk ve amber de çok rağbet gören kokular olmuşlardır. Koku merakı; sadece güzellik, sağlık ve temizlikle sınırlı kalmamıştır. Hattatların Kur’an-ı Kerim’i kopyalarken kullandıkları mürekkebin, misk ve amberle karıştırıldığı el yazmalarında bugün bile fark edilmektedir.
Geçmişten günümüze, bu amaçla kullanılan doğal kaynaklar neredeyse hiç değişmemiştir. Yasemin, sümbül, gül, zambak, reyhan, ıtır, tefarik, sandal, öd ağacı, ful, kakule, tarçın, karanfil hala en seçkin kokuların hammaddelerini oluşturmaktadır. Sarayda; kimsenin ağzının, vücudun, ayağının kokmaması ve bunun içinde belli kurallar çerçevesinde yıkanması gerekirdi. Esans kullanımı statüye göre değişirdi. Valide Sultan’ın 70 gram esans kullanma hakkı varken; cariyelerin ayda 3 gram esans kullanma hakkı vardı. Üç gram esans çubukla sürüldüğünde 1 ay bile kullanılabilirdi.
Lobmeyr Islamic Enamelled Glass Scent Perfume Bottle, Signed & Inscribed With Motto
Misk ve Amberden Yapılan “Gâlliye” Nedir?
Osmanlı’da buhur suyu ve gül suyu dışında başka parfümler de kullanılmaktadır. Bunlar özellikle 17’inci yüzyıla ait kayıtlarda yer alıyor. Gâlliyeler hakkındaki en eski bilgilere 1640 tarihli Es’ar Defteri’nde rastlanıyor. Macun kıvamında olan gâlliyelerin ana bileşenleri misk ve amberdir. Bu yüzden oldukça pahalılardır. Gâlliye; misk ve amber karışımına sümbül, tütsülenmiş söğüt, saf beyaz mum ve nişasta eklenerek hazırlanmaktadır. Bu kokular “Gâliyedan” denilen küçük kaplar içinde saklanır ve parmak ucuyla çok az alınarak saç ve kaşlar üzerine sürülerek kullanılır. 20’nci yüzyılın başlarına kadar seyyar esans satıcılarının çantalarında bulunabilen ve erkeklerin bıyıklarına sürerek kullandıkları galiyeler; Kaye-i misk-i fiamator ve Kalye-imisk-i Mısır olmak üzere iki şekilde anılmaktadır. Osmanlı’da kullanılan diğer bazı parfüm isimleri ise; ma-i kadı, ma-i amber, ma-i asilbent, ma-i maverd ve ma-i yasemindir. Evliya Çelebi’nin verdiği bu listeye, cilt üzerinden uygulanmasa da kişisel bir parfüm formu olarak değerlendirilmesi gereken şemmame’leri de katmak gerekir. Şemmameler; giysi üzerinde taşınarak koku yayan ya da elde tutularak koklanan, hatta yazı takımında koku yayması için bulundurulan küçük toplardır.
Üzerlik
Üzerlik tohumlarını kurutmak halen yaygın olarak uygulanan bir gelenektir. Kahve; amber, damla sakızı veya mercanköşk ile kokulandırılırken; kokulu nargilelerin içilmesi de bu duruma günümüz örneği olarak verilebilir. Bugün de nazara karşı üzerlik; adaçayı, günlük yakmak, tüm odalarda bu tütsü dumanı ile kötü etkilerden kurtulmak için kullanılmaktadır. Yine adaçayı da bu amaçla yakılan bir bitki olup gelenek olarak günümüzde de yer yer devam etmektedir.
Son olarak Sigmund Freud’un da dediği gibi “Duygusal bir tepkiyi tetiklemenin en hızlı yolu kokudur.”