Prof. Dr. Nazan Apaydin DEMIR
BİZİ BİZ YAPAN FARKLAR, YOL AYRIMLARI VE YABANCILAŞMALAR
Kimya ağırlıklı olan lise eğitimim dâhil, ağırlıklı fen eğitimi almış, canlılığa ve canlı kimyasına büyük ilgi duymuş biri olarak en çok ilgimi çeken konuların başında embriyo olarak başladığımız yaşam döngümüzde “büyüme ve farklılaşmanın” nasıl gerçekleştiği olmuştur.
Öyle ya hepimizin bir embriyo olarak başladığı yaşam döngüsünde bir eşi daha olmayan farklı bireylere dönüşürüz. O, mikroskopla görülebilecek boyuttaki embriyo hızla farklılaşır ve dokuz ayın sonunda aşağı yukarı gelecek hayatımız şekillenir. Üstelik hem fiziksel hem duygusal hatta ve hatta sanatsal ya da akademik yatkınlıklarımız da dâhil olmak üzere. Bu büyüme ve farklılaşma süreci doğduktan sonrada devam eder ve adeta bıçakla kesilen keskin uçlar gibi kişinin karakter ve fiziksel özellikleri netleşmeye başlar. Fiziksel gelişim belli bir yerde durur ama farklılaşma devam eder. Aynı evde doğan üç kardeşten biri için bu fiziksel durma noktası 1.90 m boyda dururken diğerinde 1.70 olabilir. Biri son derece iyi bir mental gelişime sahip iken diğeri çok zorlasa da belirli algı sınırlarını geçemeyebilir.
Buradaki farklar bazen çok ama çok belirgindir. Normal de aynı ebeveynlere ait ve aynı çevresel faktörler ile hele hele yaşça birbirine çok yakın olan bu bireyler arasındaki bu ölçüdeki önemli farkların oluşma nedenini bilimsel olarak açıklamak mümkün değildir. DNA kombinasyonu farklıdır evet ama bu farkların bu denli büyük olmasını kolayca açıklamak için yeterli değildir yine de.
Hayatın ilk evrelerinde hatta hatta 20’li yaşlara kadar çok belirgin olmayan bu farklar zamanla çok daha net bir hale gelir hatta öyle bir noktaya gelir ki, aradaki fark bazen katlanılamaz bir noktaya ulaşabilir.
Çevre de bu konuda genellikle acımasızdır ve başarılı olan birey adeta bir referans olarak ailenin diğer bireylerinin sürekli önüne getirilerek doğrudan ya da dolaylı o kişilere “suçun kendilerinde olduğu, aynı koşullarda diğer kardeşin geldiği yere gelememesinin sorumluluğunun tamamen kendi yetersizliği olduğu” hissettirilir. Hatta yüzüne karşı söylenir.
Kabul edelim ki bilim ne kadar ilerler ise ilerlesin neden bazılarımızın DNA kombinasyonlarının aynı koşullarda bile büyük farklar içerdiği sorusuna net bir bilimsel cevap bulamayacağız. Neden aynı evde büyüyen iki kardeşten biri mesela dünyanın en büyük ressamı olurken diğerinin çizgi bile çizemeyeceğini izah edemeyeceğiz.
Ama şunu yapabiliriz; başta kendimizi tüm artı ve eksilerimiz ile kabullenip kişisel gelişime inanıp bunu yaşam boyu sürdürebiliriz. Kendimiz ile olan kısmı halletmek mümkün olunca da bizden daha iyi olduğunu düşündüğümüz insanlara karşı yıkıcı bir kıskançlık düzleminden çıkıp takdir etmeyi denemeliyiz. Aynı şekilde bizden daha geride özelliklere sahip kişilere de hoşgörülü olmalı ve gerektiğinde yardım edebilmeyi benimsemeliyiz.
Habil-Kabil olayından Hz. Yusuf kıssasına kadar olan yüzlerce örnekte vurgulanan farklara dayalı yıkıcı yanlarımızı kontrol edebilmeliyiz.
Ne farkları yok edebiliriz ne de onları yok varsayabiliriz.
Ayrıca şöyle bakmak gerekir belki de, bu farkların kaynağında ne var?
Sitemin kime?
Farkları var edene mi? Sana takdir edilene mi?
Keşke insanlar inançlarında ve söylemlerinde samimi olabilse.
Bunlar bana ait düşünceler.
Biraz kimya, biraz sosyoloji ve biraz da gözlem belki.
Farklarla güzel dünya. Tonlarca topraktan bir zerre de olabilirsiniz onun içindeki küçücük bir altın parçası da.
Altının yalnızlığını da gözden kaçırmamak gerek değil mi? Toprak zerresinin kendine benzerleri bulmak ile ilgili bir kaygısının olmadığı da düşünülürse.
Asıl olan her durumda, doğru yaşamak ve altının kendine ev olan toprağı, toprağında kendine emanet edilen altını kabul edebilme hoşgörüsünde saklı olduğunu bilmektir belki de.
Saygılarımla.