Haberler
DNA’nin fikir babasi Francis Crick
Francis Harry Compton Crick (8 Haziran 1916 - ö. 28 Temmuz 2004), İngiliz moleküler biyolog, fizikçi ve nörobilimci. 1953’te James D. Watson ve Maurice Wilkins ile beraber DNA molekülünün yapısını keşfederek 1962 Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü’nü paylaşmıştır. Kariyerinin geri kalan kısmında Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitütüsü’nde J.W. Kieckhefer Araştırma Profesörü olarak görev yaparak insan bilinci üzerine çalışmalar yapmıştır.
AİLE VE EĞİTİM
Harry Crick ve Annie Elizebeth Crick’in oğlu Francis Crick Northampton yakınlarında o zamanlar küçük bir İngiliz kasabası olan Weston Favell’de doğmuş ve büyümüştür. Babası ve amcası burada ayakkabı fabrikası işletmekteydi. Crick erken yaşta bilime ilgi göstermeye başlamıştı. Çocukken ailesi tarafından kiliseye götürülmesine rağmen, 12 yaşında annesine artık kiliseye gitmek istemediğini ve dini inançlar yerine bilimsel araştırmaları tercih ettiğini söylemişti.
Northampton Gramer Okulu’nun ardından 14 yaşında burslu olarak Londra’daki Mill Hill Okulu’nu kazandı ve en yakın arkadaşı John Shilston ile beraber matematik, fizik ve kimya dersleri almaya başladı. 21 yaşında University College of London’dan Fizik dalında Bachelor of Science ünvanını alarak mezun oldu. Crick daha sonra Caius College’da doktorasını tamamlayarak, Cavendish Laboratuvarı’nda ve Cambridge’deki Medical Research Council Moleküler Biyoloji Laboratuvarında çalışmaya başladı. Caius College, Churchill College ve University College London’dan onursal unvanlar aldı.
Crick doktora tezi için fizikçi Edward Neville da Costa Andrade’nin laboratuvarında, yüksek sıcaklıklarda suyun viskozite’ni ölçmeye çalıştı. Daha sonra bu çalışma için “Akla hayale gelebilecek en sıkıcı problem” demiştir. II. Dünya Savaşı’nda laboratuvarın çatısından içeri düşen bir bomba bütün deney ekipmanını yok edince Fizik kariyeri yapmaktan vazgeçti.
II. Dünya Savaşı’nın ardından Crick 1947’de o sırada birçok fizikçinin yaptığı gibi biyoloji alanına kaydı. Bu geçiş sırasında yaşadığı güçlükler hakkında “neredeyse yeniden doğmam gerekti” demişti. Crick, döneminde fizik dalında yapılan büyük ilerlemelerin, biyoloji dalında da mümkün olduğunu düşünüyordu.
Honor Bridget Fell yönetiminde, Cambridge’in Strangeways Laboratuvarında neredeyse iki sene boyunca sitoplazma’nın fiziksel özelleri üzerine çalıştı. Daha sonra Cavendish Laboratuvarında Max Perutz ve John Kendrew’e katıldı.
2004, 28 Temmuz’da 88 yaşında California, San Diego’da öldü.
FRANKLİN’İN İZİNDE DNA HELİKSİ
DNA’nın görüntülenmesi ve yapısının çıkarılması, bilim dünyasındaki en önemli buluşlardan biri olarak tarihte yerini aldı. DNA ilk olarak Maurice Wilkins ve Rosalind Franklin tarafından incelenmişti. Francis Crick ve James Watson kendi çalışmalarını, Franklin’in DNA heliksi üzerine yapıtığı araştırmalara temellendirmişlerdi. Wilkins ve Franklin, 1950’de DNA’yı X-ışınlarıyla görüntülemeyi başardılar. O zamana dek DNA üzerinde benzer çalışmalar yürüten Crick-Watson ikilisi, Rosalind Franklin’den kalan resimleri ele alarak çalışmalarına katmışlardı.
‘YAŞAMIN SIRRINI BULDUK’
Keşfi yapar yapmaz Crick, laboratuvardan koşarak çıktı, müdavimi olduğu Eagle Pub’a girdi ve barda oturanlara “Dostlar, yaşamın sırrını buldum” diye bağırdı. Crick’in kendine özgü tutumuna alışmış olan dostları dışında, çok az kişi buna inandı. Crick, yıllar sonra bu anı şöyle açıklıyor: “O ilk şaşkın bakışları unutamıyorum, gerçi bilim dünyasındaki şaşkınlığın geçmesi yıllar aldı.”
Crick ve Watson ikilisi, o zamanlarda inanılanın aksine genetik bilginin proteinler tarafından değil, aksine DNA tarafından taşındığını savundular. Dört tabanlı DNA her ikisine de A, C, T ve G harflerini verdiler. 1953’te yayımladıkları makalede Crick ve Watson şöyle demişlerdi: “Bu yazıda, Deoksiribo Nükleit Asit’in yapısını göstermeyi amaçlıyoruz, DNA’nın biyoloji açısından büyük yenilikler getireceğini umuyoruz”.
‘ONUN DOSTLUĞU BANA BİR ONURDUR’
Meslektaşının vefatı ile ilgili olarak James Watson, “Onunla Cambridge’teki küçük çalışma odasında geçirdiğimiz iki yılı unutamıyorum” dedi. Halen Cold Spring Harbor Laboratory’de çalışmalarını sürdüren Watson, “Crick olağanüstü bir beyindi, onunla beraber çalıştığım iki yıl benim için bir onurdur, eksikliği herkes tarafından hissedilecek” şeklinde konuştu. İngiltere’de bilim alanında üstün başarı gösteren kişilerin üye olduğu Royal Society (İngiliz Kraliyet Cemiyeti) başkanı, Oxford Lordu May yayınladığı taziye mesajında, “Crick, tıbbın altın çağının kapısını aralamıştır” ifadesini kullandı. Profesör Crick, genetik alanında yaptığı araştırmalar sayesinde 1959 yılında Royal Society üyesi olmuştu.
TIP GENETİĞİ TEMEL ALIYOR
Keşfin insan vücudu açısından önemi artık fazlasıyla biliniyor. DNA, biyo-teknoloji, gen tedavisi ve kriminal kanıtlama başta olmak üzere birçok alanda kullanılıyor. Kanserden şekere birçok hastalığın tedavisinde, ilaç yapımında genetikten yararlanılıyor. Şirketler ve araştırma kurumları, DNA çalışmalarına milyarlarca dolar bütçeler ayırıyorlar. Dünyada 8 milyon çiftçi genetik tarım yapıyor.
Stanford Üniversitesi öğretim üyesi ve genetik alanında yaptığı araştırmalarla 1980 Nobel Ödülü’nün sahibi Paul Berg, “Crick’e ne kadar ödül versek, ne kadar teşekkür etsek azdır” şeklinde konuştu.
Bilimin en önemli buluşlarından birini gerçekleştirdiklerinde Crick 36, Watson ise 24 yaşındaydı. Watson, aldığı bursla Prof. Crick’in asistanı olarak Cambridge Üniversitesi’nde çalışıyordu.
GENETİĞİ POLİTİKACILARDAN KORUMAK
Keşfi yaptıkları zamanlar Crick ve Watson’un aklına hiç gelmeyen bir konu da, buluşları DNA’nın ‘etik sınırları’ kavramıydı. Genetiğin gücünü keşfeden bilim dünyası, modern zamanlarda insanın elinde tuttuğu potansiyeli nasıl kullanması gerektiğini tartışıyor. Bilimin politikacıların hırsına hizmet ettiğinde neler yapabileceğini atom bombası deneyimi ile öğrenen bilim dünyası, genetiğin gücünü politikacıların eline vermek istemiyor. Bu nedenle, insan vücudu üzerinde yapılabilecek birçok genetik araştırması, kapalı kapılar ardında kalmaması için kamusal tartışma haline dönüştürülüyor. Bunların başında da insan klonlaması tartışması geliyor.
CRİCK: YAŞAM UZAYDAN GELİYOR
Francis Crick, ‘Life Itself: Its Origin and Nature’ (Yaşamın Kendisi: Yaşamın Kökeni ve Doğası) adlı kitabında, Dünya’daki yaşamın ileri bir uzay uygarlığından gelen bir uzay gemisinden bırakılan mikroorganizmalarla başladığını savunmuştu. Kişisel fikirlerinin “spekülatif” olduğunu itiraf eden Crick, kimi zaman yanılabileceğini de şu sözlerle kabul etmişti: “Her zaman, her şeyi doğru bilen bir kimse, belli ki pek bir şey yapmamıştır”.
Crick’in diğer kitapları; ‘Molecules and Men’ (Moleküller ve İnsan 1966), ‘The Astonishing Hypothesis, The Scientific Search for the Soul’ (Şaşırtıcı Hipotez: İnsan Ruhunu Bilimsel Olarak Aramak -1994).
‘DEDİKODU İLE GENETİKÇİ OLDUM’
DNA’nın fikir babası İngiliz bilim adamı Francis Crick, 1997 yılında Rutgers Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta kendisine genetik alanına nasıl girdiği sorusuna “Dedikodu Yöntemiyle” diyerek izleyenleri şaşırtmıştı. “Dedikodu Yöntemi” şeklinde ifade ettiği sistemi ise Crick, kendisini hayretler içinde izleyen bilim insanlarına şöyle anlatmıştı: “Doktorada iken ne yapacağıma tam karar verememiştim, ne yapsam olurdu, her konuya ilgim vardı, sonra en çok istediğim konuyu bulmak için bir ‘dedikodu testi’ geliştirdim. ‘En çok hangi konu üzerinde ileri geri konuşuyorsam, en çok hangi konu ile ilgili çevremdekilerle tartışıyorsam, o konuyu tespit etmeliyim’ dedim. Baktım ki, en çok, tabiri caizse, dedikodusunu yaptığım konu, bugün ‘moleküler biyoloji’ dediğimiz alan. Kısaca ben kafayı canlı ile cansızın ayrıldığı çizgiye takmıştım, iyi de yapmışım.”
Kaynak: Wikipedia ve NTV’den faydalanılmıştır.