Araştırma
Neden Sahip Oldukça Daha Az Tatmin Oluyoruz?
Yeni telefonlar, kariyer fırsatları, sosyal medyada beğeniler/yorumlar, seyahatler, ilişkiler… Her şey daha hızlı, daha çok ve daha gösterişli hale geldi. Ancak tüm bu bolluk, paradoksal bir şekilde insanlarda daha derin bir tatminsizlik hissine neden oluyor. İyi de neden? İnsanlar gerçekten son zamanlarda daha mı doyumsuz hale geldi? Bu doyumsuzluğun psikolojik nedenleri neler?
Psikoloji ve sosyoloji uzmanları, çağımız insanını tanımlarken giderek artan oranda şu kavramları kullanıyor “Tatminsiz,” “Anda kalamayan,” “Sürekli arayış içinde.” Bu özelliklerin yalnızca bireysel psikolojik süreçlerle değil, aynı zamanda toplumsal sistemlerle de bağlantılı olduğu belirtiliyor. Bir psikolog, Barry Schwartz bu olguyu “Seçim Paradoksu” olarak açıklıyor. Ona göre modern insanın önündeki seçeneklerin artması, daha büyük bir özgürlük yerine daha fazla pişmanlık ve kararsızlık getiriyor. İnsanlar, sürekli en iyi seçimi yapma baskısıyla yaşarken, sonuçtan tatmin olmaları giderek zorlaşıyor.
Doyumsuzluğun en güçlü tetikleyicilerinden biri dijital yaşam. Instagram, TikTok ve benzeri sosyal medya platformları milyonlarca insanı filtreli yüzler, gösterişli başarı hikâyeleri ve "ideal" hayatlarla karşılaştırıyor. Bu durum bireyin kendi yaşamına dair algısını zedeliyor elbette. Sosyal Karşılaştırma Kuramı burada ortaya çıkıyor. Çoğu insanlar kendi değerlerini ve başarılarını başkalarıyla kıyaslayarak değerlendirdiği için sosyal medya, bu kıyaslamayı abartılı bir şekilde hızlandırarak bireyde yetersizlik hissi ve tatminsizlik yaratıyor.
Doyumsuzluğun sadece bireysel psikolojiye indirgenemeyecek kadar sistemsel boyutları da var. Modern toplumların artık ihtiyaçlar değil, arzular insanı tüketiyor. Kapitalist sistem, bireylere sürekli daha fazlayı istemeyi, sahip olmanın bir kimlik göstergesi olduğunu öğretiyor ne yazık ki. Reklamlar, trendler ve influencer kültürü, “yetinmek” fikrini geri planda bırakıyor. Her yeni ürün bir öncekini demode hale getiriyor ve sahip olmanın hazzı geçici bir süre sonra yerini yeni bir arzuya bırakıyor. Böylece birey sürekli bir eksiklik hissi içinde kalıyor ve bu da doyumsuzluğu besliyor.
Modern çağın bireyinde doyumsuzluğun altında yatan psikolojik dinamikleri de göz ardı etmemek lazım. Bazı araştırmalar gösteriyor ki çocuklukta sevgi eksikliği, güven problemleri, değersizlik duygusu gibi travmaların yetişkinlikte tatmin olmayı zorlaştırıyor. Birçok terapist, çağımız insanının doyumsuz olmasının temelinde boşluk duygusu olduğunu belirtebilir. Bu boşluk genellikle kendilik değeriyle ilgili derin bir güvensizlikten kaynaklanıyor. Kişi ne kadar başarı, mal, sosyal onay elde ederse etsin, içsel bir doyum sağlayamıyor. Bu da bireyin daha fazlasını aramasına yol açıyor.
“Yetinme” veya “şükretme” gibi kavramlar, modern toplumda neredeyse nostaljik birer değer. Ama doyumu yeniden inşa etmenin bazı pratik yolları hâlâ varmış. Mindfulness (farkındalık) teknikleriyle anda kalmak ve sahip olunanlara odaklanmak, tatmin duygusunu artırabilir. Dijital detoks, sosyal karşılaştırma baskısını azaltarak zihinsel rahatlık sağlar. İçsel hedefler belirlemek, başarıyı başkalarıyla değil, kendimizle kıyaslayarak değerlendirmeyi sağlar. Son olarak psikoterapi, kronik boşluk ve yetersizlik hissiyle başa çıkmak için etkili bir yöntemdir diye belirtelim.
Modern çağın doyumsuzluğu belki de bir hastalık değil, bir işarettir. Mutluluğu sürekli dış dünyada arayan sistemin işleyişine bir itiraz, bir kırılma noktası olabilir. Belki de bu doyumsuzluk, insanlığı daha fazla tüketmek yerine daha anlamlı yaşamanın yollarını aramaya yönlendiren bir çağrıdır. Ne dersiniz?
Yazar: Eylül Rüzgar Üzer
Kaynak
1. https://www.psychologytoday.com/us/blog/common-sense-science/202506/why-more-is-never-enough
4. https://psikomental.com.tr/eylem-oburlugu-eylem-doyumsuzlugu/