Yük. Kimyager Aytaç ÜNAL
Petrol Masalı
02 Aralık 2015, Çarşamba
Petrol, Latince taş anlamına gelen petra ve yağ anlamında kullanılan oleum kelimelerinden oluşmuştur, diye başlarım” dedim, baktım her yerde aynı şekilde bir giriş cümlesi kullanılmış, sildim vazgeçtim.
Öğrenciyken TPAO’da staj yaptığımdan mütevellit, halk arasında çok meşhur olan “Bizde petrol var ama büyük devletler başta ABD olmak üzere çıkartmamıza izin vermiyor şeklindeki batıl inançları yıkıp, gerçekleri anlatmak lazım” dedim, onu da beğenmedim.
En son olarak “Petrolün kimyasal özelliklerini, oluşumundan rafineri sürecine kadar anlatır, günde ne kadar varil üretilir, ne kadar dolara tekabül eder, bunları yazdıktan sonrada doğamızı kirletici unsurlarından sonunda da petrol kirliliğine neden olan kazalardan bahseder bitiririm” dedim, sevmedim.
Hadi hepsini unutun, gelin şu masalı beraber okuyalım.
Günlerden bir gün Anadolu’nun kasabalarından birine panayır kuruldu. Dönme dolabıyla, zinciriyle, çarpışan arabalarıyla çocukların dolup taştığı bayram alanıydı adeta. Hele o atlıkarınca dedikleri yok muydu? Oyuncak atların üzerinde çocuk çığlıkları birbirine karışır, göğe mutluluk olup yükselirdi. Kerim ile Mehmet de mahallenin diğer tüm çocukları gibi soluğu her gün panayırda alıyorlardı ama sadece bakmakla yetiniyorlardı ceplerinde jeton almaya yetecek paraları olmadığından mütevellit, cumartesinin gelip, haftalıklarını alma hayaliyle günleri iple çekiyorlardı. Kerim mahalle berberinin çırağıydı, Mehmet ise sanayide kaportacının. Her gün işten sonra gelip izlerler, heyecanlı heyecanlı konuşurlardı. Siyah olana “Rüzgar” adını takmıştı Kerim, gri olan ise “Şimşek’ti” Mehmet’in lügatında.
Cuma gecesini heyecan içinde uyuyamadan geçirdiler, ertesi gün bitiminde ellerinde haftalıkları koşa koşa panayıra gelip sıraya girdiler. Nihayet Kerim Rüzgar’ın, Mehmet Şimşek’in sırtındaydı. Yan yanaydı atları, adeta yarışır gibiydiler, hırsla bağırıp üzerlerinde zıplıyorlardı. “Hadi oğlum, hadi oğlum, hadi!”
Birden Kerim dengesini yitirir gibi oldu, ne olduğunu anlayamadan kendini yerde buldu. Tam da kolunun üzerine düşmüştü, feryadını duyanlar yetiştiler. Atlıkarınca durmuştu çoktan, çocukların gülmeleri de yerini Kerim’in hıçkırıklarına bırakmıştı. Mahalleli hemen sağlık ocağına götürdü Kerim’i, oradan da hastaneye yolladılar yavrucağı. Kolu kırılmıştı, sargıya aldılar hemen. Mehmet arkadaşını yalnız bırakmamış, hastaneye gelmişti. Eve dönerlerken bir hafta sonrasını hayal ediyordu, Kerim ise sargının ne zaman çıkacağını düşünüp içi içini yiyordu, kolundaki kırıktan ziyade hevesini alamamaktı canını acıtan.
Akşam herkes gittiğinde, tüm ışıklar söndüğünde panayırın oyuncakları kendi aralarında fısıldaşmaya, Rüzgar’ın Kerim’i üzerinden atışını, çocuğun kolunun kırılışını anlatmaya başladılar. Bu kaçıncı vukuatıydı Rüzgar’ın, artık cezalandırılması gerekiyordu, herkesi tedirgin ediyordu bu şakalarıyla, hep beraber Büyük Kral’a şikayet etmeye hazırlandılar. Her şeyden haberdar bir şekilde oyuncakların yanına gelen Büyük Kral, yine de herkesi tek tek dinledi, son sözü de Rüzgar’a verdi. Rüzgar ise utanmak, pişman olmak şöyle dursun, o çocuğun üzerinde çok fazla hoplayıp tepindiğini, ona bir ceza vermek istediğini, ayrıca kimseden nasihat dinleme ihtiyacında olmadığını söyledi.
Uğultular her tarafta iyice artmaya başlamış, herkes kendince fikir belirtip çözüm arıyordu ta ki Büyük Kral’ın gök gürültüsünü andıran sesi duyulana kadar. Rüzgar’ın gelecekteki akıbeti için herkes Büyük Kral’ın sözlerini bekliyordu. Karar Rüzgar için adeta bir felaket oldu çünkü artık panayırdan gidecek, uzak bir diyarda adına “petrol” denilen siyah bir suyun çıktığı kuyularda boynunda bir ip takılı vaziyette çalışacaktı. Bu güzel alımlı hali de zamanla bozulacak ve sadece bir kafadan ibaret olarak yaşayacak, insanlar ona sadece ve sadece “ At başı” diyeceklerdi.
Günler günleri kovaladı, Rüzgar artık başka diyarlarda çocuk cıvıltılarından ziyade, kafalarına baret denilen başlığı takan büyük adamların arasında kuyudan siyah suyu çıkarmaya devam etti. Günde varillerce çıkıyor, bilmediği bir yerlere gidiyordu aslında ne işe yaradığını bile bilmiyordu ya bu kirli suyun.
Büyüklerin de oyuncak arabaları vardı ama kendileri gibi büyük olanlarından. Birileri Rüzgar’ın çıkardığı kirli sudan almış, oyuncak arabasına doldurmuş ve aksilik o ya, bir yere çarpmıştı. Şükür ki kimsenin burnu bile kanamamıştı ama arabanın yan tarafı içine çökmüştü, Mehmet’e getirdiler arabayı. Minik ama çekiç tutmaktan nasırlı elleriyle ince ince dokundu kaportaya Mehmet, neredeyse eskisi kadar güzel hale getirdi. Arabanın sahibi arabasını almaya geldiğinde helalinden büyük bir bahşiş bıraktı Mehmet’e.
Kerim’in kolunda ki sargı çıkmıştı haftalar sonra, ilk iş olarak yüreği bir serçenin yüreği gibi kıpır kıpır panayıra geldi. Atlıkarıncanın yanında durup usulca izlemeye koyuldu. Sargı çıkmasına çıkmıştı ama o zaman sürecinde çalışmadığı için cebinde parası yoktu, babasından da istemeye çekiniyordu.
Umutsuzca atlıkarıncaya bakarken sırtında bir el hissetti Kerim, minicik ama nasırlı bir el. Mehmet’i gördü, elinde iki tane jeton vardı, yüzünde de kocaman bir gülümseme hem de en sıcağından.
OPEC’in kurucularından bir zat; “Petrol şeytanın pisliğidir ve ileride insanlığın felaketine yol açacak.” diyordu. Bu bizim engellenemez kaderimiz mi sizce de?